Dr. Doğan AYDOĞAN BİRİNCİ BÖLÜM İLETİŞİMİN TARİHİ 1.1. GİRİŞ .............................................................................................................................. 2 1.2 İLETİŞİM, TARİH VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM ...................................................... 2 1.3 DİLİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÖZLÜ KÜLTÜR ........................................................... 3 1.3.1 Dilin Keşfinin Ortaya Çıkardığı Sonuçlar ................................................................ 5 1.4 YAZI DEVRİMİ VE ELYAZMALI KÜLTÜR .............................................................. 6 1.4.1 Yazının Keşfinin Sonuçları ....................................................................................... 8 1.5. MATBAA DEVRİMİ VE TİPOGRAFİK KÜLTÜR ..................................................... 9 1.5.1 Matbaa Devrimi ve Sonuçları ................................................................................. 11 1.6 ELEKTRİK-ELEKTRONİK DEVRİMİ........................................................................ 12 1.6.1 Biçimselleşme, Araçların Mülkiyeti ve İçeriğin Düzeni ........................................ 14 1.6.2 Mekânı Aşan Ekonomik Süreçler ve Toplumun Durumu ...................................... 16 1.6.3 Elektrikli İletişim ve Zamansal Nitelikleri .............................................................. 17 1.6.4 Elektrik-Elektronik Devriminin Sonuçları .............................................................. 19 Kaynakça .............................................................................................................................. 35 1 1.1. GİRİŞ İnsanoğlunun içinde doğup büyüdüğü çağın kendi üzerinde yarattığı biçimlendirmeyi kavraması oldukça güç bir uğraşı gerektirir. Oysa doğa içindeki bir varlık olarak insanın, doğa ve diğerleri ile ilişkileri sürekli değişen biçimlerde şekillenmektedir. İletişim olgusu ve iletişim araçlarının niteliği bu ilişki düzeneklerini sürekli biçimlendirir. İlişkilerin ötesinde iletişimin yapısı, insanoğlunun düşünce biçimini oluşturur. Örneğin yazının olmadığı bir çağda, elde edilmiş bilgileri akılda tutmak ve diğer kuşaklara aktarmak, hafıza olgusuna büyük bir önem kazandırır; oysa bilgilerin çok hızlı üretilip, tüketilebildiği elektronik iletişim çağında hafızanın yerini hız ve unutkanlık alma eğilimindedir. Bu bölümde iletişim araçlarındaki dönüşümün; insanın düşünce yapısı üzerindeki etkisi, zaman ve mekân ile kurulan ilişkiyi nasıl dönüştürdüğü ve sonuç olarak iktidar pratiklerini nasıl şekillendirdiği incelenecektir. Böylece içinde bulunduğumuz çağda zaman ve mekân üzerinde şekillenen iktidar pratikleri ve düşünce yapılarının, iletişim araç ve düzenlemeleri ile ilişkisinin geniş bir çerçeve içine yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. 1.2. İLETİŞİM, TARİH VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM Bir iletişim tekniği olarak dilin ortaya çıkışı ve devamındaki her teknolojik dönüşüm yeni zihin yapıları, insan ilişkileri dolayısıyla iktidar biçimleri üretmiştir. İnsanların iletişim kurdukları medya, onların düşünüş biçimlerini, doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal yapılarını değiştirmiştir (Baldini, 2000: 5). Bütün toplumsal ilişkiler; iktidar ve otorite biçimleri zaman ve mekân üzerine kurulur. Zaman ve mekân içindeki olayları ise, iletişim araçları ile kurarız. Bu nedenle iletişim araçlarının yaşadığı niteliksel dönüşümleri incelemek, insanlık tarihini kavramada önemli bir işlevsellik sunar. En yalın hali ile bir iletiyi, bir araç ile göndermek ve geri bildirim almak, şeklinde kavranabilecek olan iletişimin; zamansal ve mekânsal düzenlenişi iletişim araçlarının yapısal özelliklerine bağlıdır. Sözlü iletişim anında bir geri bildirim sunarken mekâna bağlıdır. Yazılı iletişim zamanı aşsa da mekâna bağlığını sürdürür, elektronik iletişim ise zaman ve mekânı aynı anda aşarak, küresel bir şimdiki zaman hissi yaratır. İnsanlar; gelişen iletişim teknolojileri sayesinde, daha geniş bir mekânda topluluklar ve toplumlar arasında daha hızlı ve karmaşık iletişim kurmanın yollarını geliştirmişlerdir (Önür, 2002: 63). Bu biçimi ile iletişim araçlarında yaşanan her türlü dönüşüm, insan ilişkilerini niteliksel olarak dönüştürerek birey, topluluk ve toplum yaşantısı üzerinde büyük bir dönüşüme yol açmıştır. Her toplum ancak çeşitli aracılık düzenekleriyle örgütlenerek işlerlik kazanır (Barbier & Lavenir, 2001: 8). Ancak tarih araştırmaları ve eğitimi genel olarak farklı şekilde gelişmiştir. Bunda bir kurum olarak devletin ve iktidarın etkisi önemlidir. Tarih denince akla ilk elde devletler ve savaşların tarihi gelir. Tarih yazıcılığından, tarihin içeriğine kadar birçok alanı sorunlu hale getiren bu durum; geniş ve şatafatlı görünse de tarihi anlama konusunda 2 yetersizdir. Kaldı ki; egemen gücün yorumu her zaman konuya farklı bir perspektif katacaktır. Buna ek olarak yapılan diğer tarihsel çalışmalar, günümüzdeki toplumsal yapılanmanın yarattığı baskı nedeni ile iktisadi alana yönelir. Ancak iktisadi olanın iletişim teknolojilerinin yarattığı pratikler üzerinde yükseldiği anlaşıldığında iletişime yönelik olan, iktisadi ve siyasi bir boyuta ulaşır (Barbier & Lavenir, 2001: 11). Bununla birlikte iletişim araçlarındaki dönüşüm ve gelişmeler iktisadi ve siyasi boyutun sonuçlarını aşarak gündelik hayatı, kültürü ve düşünme biçimimizi belirler. Zaman ve mekân algısı, tarihi yorumlama, hafıza, düşünme ve gelecek kavramı, iletişim araçlarının yarattığı olanaklar içinde biçimlenir. Bu nedenle geçmişi ve bugünü anlamakta kurum olarak iletişimin tarihinden yola çıkmak, insan ve toplum üzerine yürütülecek düşünce ve çalışmalarda verimli bir alana işaret eder. Baldini (2000) iletişim araçlarında temel olarak üç devrim ve dört kültürel dönemden bahseder; alfabenin gelişmesi ve yazının bulunması, Gutenberg Devrimi (Tipografik kültür) ve elektrik-elektronik devrim. Bu üç devrimin ortaya çıkardığı dört dönem söz konusudur; sözlü kültür, el yazmalı kültür, matbaa kültürü ve elektrik-elektronik döneme ait modern kültür. Baldini devrimler kategorisini toplumsal dönüşümlere göre yapmış olduğundan, dilin icadını bir devrim olarak görmez. Ancak topluluğun ortaya çıkışı ve devamlılığı açısından dilin icadı temel devrim kabul edilmelidir. Diğer devrimler bu temel devrimin ürünlerinin çeşitli aktarım yönlerini içerir. Böylece iletişim tarihinde dört temel devrim ve tarih öncesi ile birlikte beş dönemden bahsedilebilir. Şekil - 1; İletişim Olgusunda Yaşanan Dönüşümler ve Kültürel Biçimleri Bu çerçevede iletişim araçlarında ortaya çıkan niteliksel dönüşümleri ve bu dönüşümlerin insan ve toplum üzerinde oluşturdukları etkileri inceleyebiliriz. 1.3. DİLİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SÖZLÜ KÜLTÜR Dil olgusu bizler farkında olmasak da ortaya çıkardığı soyut düşünce kabiliyeti ile insana doğa içinde özerk bir konum kazandırır. Bu bölümde dilin ortaya çıkışı ve bu sayede insanoğlunun doğadan koparak, doğanın içinde özerk bir konum elde edişi incelenecektir. Böylece iletişim araçlarından önce sadece ‘dil’ olgusunun insana kazandırdığı yetenekler ve ortaya çıkardığı pratikler açıklanacaktır. İnsanlığın bilinen tarihine bakıldığında, konuşmanın ortaya çıkışı çok geç bir döneme denk gelir. İnsanların milattan önce 90 ile 40 bin yılları arasında konuşmayı geliştirdikleri, 3 35 000 yıl kadar öncede konuşmayı öğrendikleri sanılmaktadır (Erdoğan & Alemdar, 2002: 23). İletişim teknolojilerinde ilk büyük devrim dilin icadıdır. Konuşma eylemi, salt bir enformasyon nakli değildir. Bir biçimde arılar ve karıncalar da iletişim kurar; ancak insanı onlardan ayıran enformasyonun dışında, bir bilgi elde etme sürecini üretmiş olmalarıdır (Ellul, 2004: 27). Enformasyon dışında elde edilen bilgi; soyutlama, kavramsallaştırma, dil aracılığı ile yorumun ve akıl yürütmenin sağlanabilmesine yol açar. Bu sayede dil, insanı tam anlamıyla doğadan koparan bir yapı arz eder. Dilin ortaya çıkışından önce de bir şekilde iletişim kurmak mümkündü. Ancak bahsedildiği şekli ile gelişmiş bir iletişim, dilin ortaya çıkışı ile mümkün olabilir. Dilin ortaya çıkışı iletişim sürecini hızlandırmış ve çeşitlendirmiştir (Önür, 2002: 65). Yorum, anlama, akıl yürütme söz aracılığı ile gerçekleşir. İnsan söz aracılığı ile düşüncesini üreten, iletebilen, saklayabilen bir varlığa dönüşür. Dil, konuşma ve düşünme aracımızdır, algı, yorum ve bilgilerimizi dil aracılığı ile düzenleriz (Zıllıoğlu, 2010: 121). Bu sayede akıl yürüten ve hayatı akıl aracılığı ile örgütleyen insanın ortaya çıkışı, dil’in ortaya çıkışına kadar götürülebilir. Somut varlıkları ses aracılığı ile işaretlemenin ötesinde soyut dil kategorileri oluşturabilmek, kavramları birbirine iliştirmek, nesnelerin dışında soyut durum ve olgulara isim verebilmek ve bütün bunların insanoğluna kazandırdığı güç, doğada insanı ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmiştir. Doğanın bir parçası olan insan, dilin keşfi ile doğanın içinde ayrıksı bir noktaya yerleşir ve doğaya güç uygulayabilir konuma geçer. İnsanın doğadan kopuşu böylece temel bir durum olarak ortaya çıkar, insan doğanın içinde yer alsa da ona güç uygulayan bir karşı doğaya dönüşmüştür (Fischer, 2010: 33). Bu karşı doğa ‘kültür’ dediğimiz örüntüleri oluşturur. Kültür aracılığı ile insanoğlu, doğa ve diğerleri ile olan ilişkilerini düzene sokarak yaşamda bir süreklilik ve düzen oluşturur. Dil aracılığı ile kurulan ilişkiler “biz” duygusu yaratırken soyut bir duvar örerek ötekiler kavramını da beraberinde örgüler. Dil bu biçimi ile bir kaynaşma ve ayrışma sürecinin oluşmasını sağlar (Önür, 2002: 64). Böylelikle dil, topluluk oluşumunun ve giderek belirginleşecek olan iktidar mekanizmalarının temelini oluşturur. Biz ve ötekiler arasında kurulan ilişki, toplumsal organizasyon ve bir dayanışma/ayrışma biçimini ortaya çıkarır. Özneler arası ilişkide değerlerin kalıcılığı ve işlerliği iktidar kurumunun oluşturduğu simgeler aracılığı ile oluşur. Bu bilgi ise, iletişim kanallarının işlevselliği ile uzam ve zamanda dağılır. Bir topluluk yaşantısını gerekli kılan ve soyutlamayı insanlara dayatan olgu, doğa karşısında verilen mücadeledir. Freud’a (2009) göre doğa karşısındaki çaresizlik ve insan bedeninin zayıflığı; içgüdülerin bastırılarak, insanın korunaklı bir yaşam süreceği yetersiz yapılara yol açmıştır. İktidar, bu bastırma sürecinde ortaya çıkar ve insan, güvenlik adına özgürlüğünden feragat eder. Doğa karşısında korunma adına üretilen topluluk, bir iktidar biçimi üretir. Bu iktidar ve üzerinde yükseldiği yaşantı biçimi olarak kültür; simgesel değerler, yasalar, bilginin aktarımı ve düzenlenişi gibi pratikleri belirleyerek, insanın içinde hareket edeceği soyut bir bütünlük oluşturur. Ancak dil olgusundan önce doğadan kopuş ve farklı bir bütünlüğü gerekli kılan gereksinimler nelerdir? Bizler dili hazır bulur ve öğreniriz. Ancak verili bir dilin olmadığı durumda konuşmanın ortaya çıkışına yönelik ortak bir görüş söz konusu değildir (Zıllıoğlu, 4 2010: 113). Kaynakların yetersiz oluşu, dilin aşırı içselleştirilmiş yapısı; dilin hangi gereksinimden, ne şekilde ve nasıl oluştuğuna dair belirgin bir işaret sunmasa da antropolojik çalışmalardan bazı çıkarımlar yapılabilmektedir. Kelime ile nesne arasındaki bağıntının bir ses öykünmesinden doğduğunu öne süren görüş, doğaüstü bir biçimde insana atfedildiğini öne süren görüş ve biyolojik tepkilerden, ünlemlerden ortaya çıktığını öne süren görüşler söz konusudur (Zıllıoğlu, 2010: 114-115). Burada belirtilmesi gereken durum dilin nesneleri adlandırmaya indirgenemeyeceği, insan ve topluluk yaşantısındaki dönüşümleri de içererek ortaya çıktığıdır. Dil toplumsal, söz bireysel bir davranıştır. Dil, düşünceleri anlatan kodlanmış ve örgütlenmiş bir göstergeler sistemidir (Mattelart & Mattelart, 2003: 69). Bu durumda işaretlenmiş/kodlanmış seslerin söz olabilmesi için, kodlamanın yerleşiklik kazanması ve öğretilebilir hale gelmesi gerekir. Dil, bu sayede insan ömrünün sınırlarını aşarak toplumsal bir nitelik kazanır, aksi halde ses seviyesinde kalmış olması gerekir. Bir kişinin çıkardığı kodlanmış sesin karşı tarafta çözümlenerek aynı anlamı üretmesi, bir ortak yaşam biçimine ve bir soyutlamanın gerekliliğine işaret eder. İnsanları ortak sesler kullanmaya iten gereklilik, ortak iş gerekliliğidir. Boğumlu sesler çıkarabilen insanların çalışma süreci için kullandıkları ilk söz işaretleri topluluğa bir ritim sağlayan, aynı zamanda bir –topluluğu harekete geçiren- buyruk sözleridir. Böylece her dilsel anlatım aracında insan ve doğa arasında bir güç birikimi oluşur (Fischer, 2010: 33). Bu tür nida seslerini, doğada biçimlendirilmiş nesnelere ad verilmesi izler. Sivri bir taş doğadaki nesnelerden ayrı, tek başına bir nesneye tekabül etmelidir. Böylece ismi olan taş işaretlenir ve topluluğun/insanın hizmetine sunulur. Böylece dil toplumsal, teknolojik, ekonomik, siyasal kurumların üzerinde yükselebileceği kültüre olanak sağlar. Kültürün üzerine yükseleceği zemin, toplumsal düzenleme ve ortak bir simgesel sistemin oluşması adına, iktidar aracını kullanan yapılar üretir. Devlet, feodal lider, klan önderi v.b. şekilde ortaya çıkacak olan iktidar araçlarının yapısını iletişim olanakları belirler ve dönüştürür. Bu nedenle her iletişim devrimi, kendi özgün yapı ve düzenlemelerini doğurur. 1.3.1. Dilin Keşfinin Ortaya Çıkardığı Sonuçlar Sözlü dönemin dünyasını anlamak için dil aracılığı ile kurulan sözlü kültürün özelliklerine göz atmak gerekir. Baldini (2000), Goody (2009) ve Ong (2010) sözlü kültürün temel özelliklerini aşağıdaki gibi açıklamaktadır. Sözlü kültürde kulak (işitmeye dayalı iletişim ve ilişkiler) ön plandadır ve bilgi belleğe dayalıdır. Bu nedenle akılda kalıcılığı sağlayabilmek için şiir bulunmuştur. Şiir sanat değil, eğitim aracıdır; şiirin yapısı tekrara ve öğretmeye dayalıdır. Öğrenim ve anlatım kitap aracılığı ile dolayımlanamaz, yüz yüze iletişim ve ortamın içinde yaparak öğrenme gerçekleşir. Tümce yapısını üstün tutmaktadır, akılda kalıcılığı artırmak için yan cümle yerine ekleme ( ve…ve) kullanılır. Anlatımda bol tekrar ve kopya kelimeler kullanılır. Kalıplaşmış kelime birlikleri ile hatırlama ve öğrenme kolaylaşır; asker yerine, şanlı asker gibi. İçten çok dışa, karşıtlıklara ve mücadeleye dayalı anlatım hâkimdir. Akılda kalıcılığı artırmak için taşkın ve katılımlı bir söylem kullanılır. Yineleme, abartı yolu ile aşırıya kaçar. Diyalog 5 yarışma biçimini takip eder, böylece karşı taraf yaratıcı bir iletişime davet edilir (halk ozanlarının atışma örneğindeki gibi). Sözlü kültürde kaydın olmaması ‘soyutlamayı’ engellediği için toplumsal yaşantının her alanı somut olanla açıklanır. Kare, daire gibi soyut düşünceler yoktur. Somut olana, duruma yönelir. Sözlü kültürde düşünsel faaliyetin sürekliliği sağlanamadığı için var olan tekrar üretilir; bu nedenle gelenekçidir. Çözümleme yerine kümeleme (homojenlik) hâkimdir. Asker, yerine kahraman asker denir ve bu abartı gelenekselleşerek yerleşiklik kazandığında çözümlenmez, çözümleme tehlikeli kümeleme ise güvenli bir yoldur. Sözlü kültürde kalıcılık hafızaya dayalı olduğu için, genel bilgilere uyum sağlayan bilgiler hatırlanmaya, uyumsuzluk yaratan bilgiler unutulmaya meyillidir. Bu durum, sözlü kültürün tek tipleştirme eğilimine işaret eder. Geçmiş bilgiler denetlenemediği için geçerliliğini yitiren geçmiş bilgi silinerek bütünsellik kurulur. Değişmeyen ortam dengesi yasası bilgiye hâkimdir. Ortama uygun olmayan bilgi unutulur. Soyut yasalar oluşmadığı için sözlü kültürde atasözleri yasanın özüdür. Yargıcın görevi, huzuruna getirilen davayı adil bir biçimde çözen atasözünü beyan etmektir. Siyasal bağlamda hukuk kurulları yazılı olmadıklarından, kalıcı ve evrensel nitelik taşıyamazlar. Günün koşullarına en uygun yasa tekrar üretilmek durumundadır. Böylece sözlü kültür, bürokratik devletin oluşumunu imkânsız kılar. Tablo, istatistik ve muhasebe kayıtları gibi teknikler olmadığı için bölgeler arası güçlü bir ekonomik bağ da oluşmaz. Hukuksal ve ekonomik olarak gündelik hayatı belirleyemeyen devlet belirgin bir biçimde ortaya çıkmaz. Sözlü kültür Omeostetik1 bir kültürdür. Şimdiki zaman ağırlıklıdır, geçmişin somut bilgisi ve geleceğin soyut çıkarımı yoktur, hayat şimdiki zaman üzerine örülür. 1.4. YAZI DEVRİMİ VE ELYAZMALI KÜLTÜR İnsanlık kayıt tutmaya ya da nesneler aracılığı ile betimlemede bulunmaya eldeki kayıtlara göre M.Ö. 45.000 yıl öncesinde başlamıştır. Bilinen en eski hayvan heykeli ise M.Ö. 35.000 yılına aittir. Bu örnekler kültüre ait simgesel kayıtların çok erken dönemlerde başladığını göstermektedir (Marshack, 2011). Kaydı düzenlemeyi ve geliştirmeyi özendiren olgu, topluluğun büyümesi ve kentleşme olgusunun belirmesidir. Dünyanın değişik medeniyetlerinde birbirinden bağımsız alfabeler gelişmiştir. M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamya çivi yazısı, M.Ö. 3000’de çivi yazısından etkilenmiş olabilecek Mısır Hiyeroglifi; M.Ö. 1200 yıllarında Minos veya Mikenai ‘B çizgisi’ yazısı’; M.Ö. 3000-2400 yıllarında Hint yazısı; M.Ö. 1500 yılında Çin; M.S. 50 yılında Maya ve M.S. 1400 yılında Aztek yazıları gelişmiştir. Değişik uygarlıklar, topluluk yaşamları büyüdükçe kayıt tutma sistemleri geliştirmiştir. Bunlar belleğe yardımcı resimli anlatıma dayalı alfabeler ile sesi gittikçe daha fazla parçaya bölen (heceden tekil harflere doğru) alfabeler biçiminde iki farklı yönde gelişmiştir. Resimli yazı yani belirtilere, benzerliklere dayalı yazı ile alfabetik yazı Değişime direnen ve sürekliliği korumaya çalışan, anlamındadır. Ani ve hızlı değişimler sonuç olarak faydalı olsa da değişimin ortaya çıkardığı risk ve kaygıya karşı var olan yapının sürekliliği sağlanmaya çalışılır. 1 6 birbirinden niteliksel olarak farklıdır. Biri görmenin yazısıdır, biri işitmenin (Ellul, 2004: 72). Görmenin yazısı açık uçlu ve metinsel olmayan bir biçimdir. Yani tam olarak belirgin ve net bir metin, diyalog ortaya koymaz. Görüntülü alfabe sesli konuşmaz. Yazıda gerçek atılımı Finikelilerin, seslerin karşılığı olarak belirlenmiş seslerden oluşan alfabe sistemi sağlamıştır. Seslerin kodlanarak işaretlenmesi, yazıyı sözün bir uzantısı haline getirir ve yazı aracılığı ile diyalogun önünü açar. Bu sayede yazı aracılığı ile kesin ve tam bir diyalog sağlanmış olur. Aynı mekânda ve zamanda olmayan iki veya daha fazla kişi, tam bir diyalog yolu ile aynı bilgi üzerinde birleşir. Bu sebeple sesin yazısı daha içe dönük; düşünmeye, akıl yürütmeye daha el verişlidir. “Alfabenin özü, resimle yazıyı temsil etmek olsa da, nesneler dünyası ile arasındaki bağı koparmamıştır. Alfabe sesin uçucu dünyasını mekânın durgun, hemen hemen değişmez dünyasına dönüştürerek sesin kendisini bir nesne olarak sunar (Ong, 2010: 111).” Böylece ses düzenlenmiş göstergeler aracılığı ile bir nesneye dönüşür. Sese dayalı alfabe betimsel bir diyalogun önünü açtığı için daha verimlidir ve kullanışlıdır2. Yazı veya başka bir iletişim teknolojisi ile uzaktan iletişim kurmak, zaman ve mekânın buyruğundan kurtularak, bilgilerin ortaklaşmasını sağlamak ve bu bilgilere yönelik pratikleri örgütlemek anlamına gelir (Barbier & Lavenir, 2001: 7). Yazı, bilginin ve düşüncenin kalıcılığını sağlayarak, yaşam pratiklerine ve toplumsal örgütlenmelere kalıcılık sağlamada atılmış en önemli adımı oluşturmuştur. Topluluğun, bilginin, yasaların ve kurulan düzeneklerin devamlılığı adına üretilen bilginin kalıcılığı, topluluk yaşamı için gerekli bir olgudur. Yazı bu süreçte bilgiye hem zamanda hem de mekânda büyük bir özgürlük ve kalıcılık sağlar. Bilginin yazı aracılığı ile kaydedilebilmesi, zamansal boyutta bir sıçrama sağlar. Kaydedilen bilginin taşınabilirliği ise bilgi ve insanın konumunda büyük bir yer değişikliğine yol açar. Kişi mekânda sabit bir bilgiye ulaşmak durumundan kurtulur ve bilgi mobil hale gelir. Bu noktada iki ayrı teknolojinin gelişimi önemlidir. Birincisi bilgiyi kodlama sistemi olarak alfabe diğeri ise kaydın yapılacağı materyal. Papirüs ve Parşömen yerine 1. yüzyılda Çin’de, 8.yy.da Arap dünyasında, 14. yy. da Avrupa’da kâğıt kullanılmaya başlanmıştır (Önür, 2002: 71). Bu gelişmeler mekândaki sınırlılığı ve zamansal geçiciliği, yok ederek bilgiye kalıcılık ve çoğaltılabilirlik yeteneği sağlar. Böylece sözlü iletişimde öğretici ile öğrenen arasındaki biraradalık zorunluluğu ortadan kalkar. Bilgi nesneye yansıyarak, kopyaları çoğaltılabilir hale gelir. 2 Bununla birlikte Robenson’a (Yazının Kökenleri, 2011) göre hiyeroglifler güçlenerek geri dönmüşlerdir. Resimli işaretler bir sözlü dil sistemine dayalı olmadıkları için lisan üstü özellikler gösterirler. Evrensel olarak kullanılan nota sistemi ve piktogramlar buna örnektir. ( Piktogram: Dünyanın genel olarak her yerinde aynı anlama gelen işaretlerin genel adıdır. ) 7 1.4.1 Yazının Keşfinin Sonuçları Yazının bulunuşunda beliren en önemli ayrım, kulağa dayalı iletişimde, ikinci bir duyu organı olarak gözün ortaya çıkmasıdır. Göz ve kulak ayrılmıştır. Güç, kulaktan göze geçmiştir. El yazmalı dönemde nüfusta merkezileşme, dolayısıyla kitlesel bir eğitim ve etkileşim olmadığı için yazı sınırlı bir çevrede gelişmiştir. Nüfusun geneli sözlü kültürün yaşam biçimine devam etmiştir. Bununla birlikte devlet kayıtları, yasalar ve diğer işlemler süreklilik arz etmeye başlamıştır. Yazı yazmak ele, emeğe ve hünere dayalı bir iş olduğu için, okumak ve yazmak iki ayrı durum olmuştur ve yazarlık bir meslek/iş gücü durumuna gelmiştir. Bu dönemin dikkat çeken bir diğer özelliği ise kayıtları saklama ve taşımada karşılaşılan güçlüklerin, kayıt materyallerinde ortaya çıkardığı çeşitliliktir. Dayanıklı materyaller taşınamazken, taşınabilir materyaller ulaşım ve çoğaltım açısından kolaylık sağlamaktadır. Yazı, okuyucu ve yazıcıya yalnızlık olanağı tanır. Böylece el yazmalı kültür soyut düşünme konusunda yüksek bir atılım sağlar. Bilgi hafıza ile olan zorunlu bağını koparmıştır. Böylece gelişen soyut düşünce, kelimelerin kalıcılığı ve zamanı aşma kabiliyeti ile bilim ve edebiyatın kurumsallaşmasına yol açmıştır. Soyut düşünce ve bilginin kalıcılığı, kişi ve bilgi üzerindeki şimdiki zaman baskısını kaldırarak, gelecek fikrinin uyanmasına, geçmişin kaydedilmesine, dolayısıyla çizgisel zamana yol açar. Yazı tek başına düşünmeyi geliştirerek; içe bakışı sağlamış sanatsal/düşünsel etkinliklerin bilinç yardımcısı olma özelliğini, imgesel ve kavramsal içeriklere yöneltmiştir. Yazının ortaya çıkışı ile birlikte sistematik düşünce gelişmiş; edebi, felsefi, sanatsal ve dinsel metinler belirmeye başlamıştır (Ong, 2010). Baldini (2000) ise yazının keşfinin belirgin etki ve sonuçlarını aşağıdaki gibi belirler. Yazı ile başbaşa kalarak analitik düşüncenin ortaya çıkışı; kendini analizi dolayısı ile Ben’in doğuşunu barındırır. Böylece soyut düşüncenin temelleri oluşmaya başlamış ve felsefe, bilim, mantık ve ahlak gibi kurumlar gelişim göstermiştir. Kalıcı yasalar oluşturulmaya başlamış, gelişen diğer disiplinlerle birlikte bu yasaların içeriği tayin edilmeye çalışılmıştır. Sözlü kültürde eğitici metinler yazan şair; yazı ile bilinenden kopmuş, kişisel ve duygusal konulara yönelmiştir. Böylece şair eğitici konumundan, sanatçı konumuna yükselmiştir. Sözlü kültürün akılda kalıcılığı artırmak için kullandığı abartının önemi azalmıştır. El yazmalı kültürde yazıcılık önemli bir meziyettir. Bununla birlikte yazıcılık önemli bir işgücü gerektirdiğinden köle işgücünden faydalanıldığı da görülebilir. Yazı ve dolayısıyla kitap az bulunan bir nesne olduğundan, kitap ve kütüphane sahipliği bir statü göstergesi halini almıştır. Kitapların çoğaltılması, yazımından farklı bir işgücü gerektirdiğinden ve ticarileşmiş bir pazar oluşmamış olmasından dolayı telif hakkı kavramı yoktur. Yazabilenler, bir kitabı çoğaltmakta özgürdür. 8 Ortaya çıkan bir başka gelişme ise 6. ve 7. yüzyıllarda yazılarak çoğaltılmış olan – kutsal- kitap, içeriğin yerini almıştır. İçeriğinden bağımsız olarak –nesne olarak- kitap kutsal bir göstergeye dönüşmüştür. 1.5. MATBAA DEVRİMİ VE TİPOGRAFİK KÜLTÜR İktidar kurumlarının yerleşiklik kazanmasında ve zaman boyutundaki devamlılığında atılımı sağlayan en önemli gelişme yazının bulunuşudur. Bugün bildiğimiz bürokratik-modern devletin belirginleşmesi ve kurumsallaşmasında ise iletişim ve ulaşımda endüstriyelleşme etkili olmuştur. İletişimin endüstriyelleşmesi ve toplumun geneline yaygınlaşması, devlet hizmetlerinin ve kayıtlarının baskı teknolojileri ile gerçekleşmesi (bürokrasi) için matbaa kültürünü beklemek gerekmiştir. Ortaçağ’ın sonlarına doğru Avrupa’da sonuçları bütün dünyayı etkileyecek gelişmeler meydana gelmiştir. Coğrafi keşifler yoluyla ticari kapitalizmin doğuşu, bu noktadan hareketle ortaya çıkan ticaret burjuvazisinin aristokrasi karşısındaki hak talepleri, ateşli silahların yaygınlaşması (barut), hızlanan kentleşme, Rönesans ve Reform hareketlerinin birbirini besleyen gelişmeleri; sonuç olarak ortaya çıkan ulusçuluk ve sanayi devrimi iç içe geçerek birbirini üreten süreçleri ortaya çıkarmıştır. Matbaa teknolojisi doğrudan veya dolaylı olarak bütün bu gelişmelerin zeminini oluşturmuştur. Bilim ve teknolojideki yeni arayışlar, dini hareketlerin etkili hale gelişi, kentli nüfusun eğitimi ve kitlenin bir ulusa dönüştürülmesi sonuç olarak matbaa aracılığı ile gerçekleştirilmiş toplumsal gelişmelerdir. Avrupa, modernliği kendi içinde gerçekleştirirken; endüstriyel ve entelektüel birikiminden aldığı enerji ile dünyanın geri kalanını buna uyum sağlamak zorunda bırakmıştır. Ortaya çıkan yeni durum, iktidarın artan oranda belli merkezlerde toplanarak, gündelik hayatı belirgin bir biçimde etkilemeye ve dönüştürmeye başlaması şeklinde olmuştur. Sanayileşme sürecinde ortaya çıkan göç, işgücünün eğitimi ve haber ihtiyacı, kurulan piyasalar arasında bilgi paylaşımı ihtiyacının artışı, belirgin oranda kurumsallaşmış iletişimi piyasa süreçleri ve gündelik hayatta gerekli kılmış ve yaygınlaştırmıştır. Bu süreçte öngörülemez insanın tutkuları bastırılarak, çıkar kavramı etrafında bir toplumsallık inşa edilmiştir (Hirschman, 2008). İnsanın ve toplum yaşantısın standartlaştırılması modern devleti birçok alanda gündelik hayata müdahil konuma getirmiştir. Geleneksel imparatorluklar, geniş alanlara yayılıyor ve uzun ömürlü oluyorlardı. Ancak bu imparatorlukların gündelik pratikleri etkiledikleri söylenemez. Yalnızca modern devlet kuralların, öznelerin ve yurttaşların gündelik hayatına ulaşmasını sağlayacak kadar genişlemesinin izini taşır. Erişim alanının uzamsal açıdan genişleyerek gündelik hayatlara yayılması teknik yeniliklerle, ulaşım ve iletişim tekniklerindeki gelişmelerle doğrudan ilgilidir (Wagner, 2003: 69). Endüstriyel ve kültürel hayattaki gelişmelerin bölgesel sınırları aşabilmesi iletişim teknolojilerinde gerçekleşecek yeni bir açılımı zorunlu hale getirmektedir. Matbaa, ortaya çıkan tüm dönüşümlere cevap verecek kabiliyeti sergileyerek modernliğin yöresel sınırları aşarak yayılmasının önünü açmıştır. Böylece mekâna karşı iletişim alanında büyük bir ivme sağlanmıştır. 9 Modernlik, zaman ve uzam içerisinde gerçekleşen bir yerinden çıkarma girişimidir. Modern öncesi insanlar ve topluluklarda kuşkusuz zamanı ölçmenin değişik biçimlerini geliştirmiştir ancak bireyler açısından zaman ile mekân, yöre ölçeğinde örtüşür (Giddens, 2004: 25). Avrupa modernleşmesinden önce bu kesinlikten uzak zaman algısı birey için yeterli görünmekteydi. Modernlik ise zaman ve uzamdaki etkileşimleri yerinden çıkararak ulusal ölçekte anlaşılmış, birimlere ve kavramlara dönüştürmüştür. Zaman kesin olarak ölçülmüş, eşit aralıklara bölünmüş ve ulusun bütün fertleri için ortak geçerlilik kazanmıştır. Mekân da aynı ölçüde yöreden ayrılmış ve ulusal ölçekte işleyen bir sistemin parçası haline gelmiştir. Zamanın ve mekânın bu şekilde kesin olarak tanımlanması üretim ve işgücünün düzene sokulması için kaçınılmaz bir gereklilik olmuştur. Yerinden çıkarılmış kurumlar zaman ve uzam arasındaki uzaklaşma alanını genişletir. Bu olgu yerel alışkanlık ve biçimlerin deneyime açılmasını sağlar (Giddens, 2004: 27). Yerel olanın ulusal olana dönüşmesi ulaşım ve iletişim alanlarında yaşanan gelişmelerin doğal sonucudur. Bu olanaklar gelişmeden üretimin/tüketimin veya kültürlenmenin yerel olanı aşması beklenemez. Matbaa dini kitapların yayılmasını sağlayarak reform hareketlerini, yerellikleri aşan ortak bir kültür üreterek ulusalcılığın oluşmasında önemli bir etken olmuştur (Önür, 2002: 77). Böylece, Avrupa modernliğinin siyasal kültürü belirgin oranda matbaa tarafından şekillendirilmiştir. Ulus hayal edilmiş bir cemaattir. Çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımaz, onlar hakkında bir şey işitmez ve bilmez (Anderson, 2004: 20). Kendi yerel gerçeklerini yaşayan bireylerin fiziksel olarak hiç bir arada olmadıkları ve olmayacakları insanlarla aynı eğilimleri sergilemesi için ulusalcılığın bilinçli olarak üretilmesi gerekir. Bunu gerekli kılan etken üretim ilişkilerinde yaşanan genişleme olmuştur. Başta ulusal üretim, para birimi ve mübadele olmak üzere, ulusal dil ve ortak eğitim ulusallığın oluşması için gerekli altyapıyı sağlamıştır (Önür, 2002: 93). İletişim kanallarındaki mekânsal genişleme, ulusallığın oluşumunda gerekli maddi ve düşünsel enerjiye zemin sağlamıştır. Sonuç olarak ortaya çıkan endüstriyel hareketlilik büyük bir kentli nüfusun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kentte toplanan insanlar ailelerinden aldıkları yerel ve tekrara dayalı eğitimin sınırları ile toplumsallaşamaz. Bu nedenle, kitlenin eğitilmesi gerekli bir koşul olarak ortaya çıkar. Kente göç ve kentli nüfus okullaşmayı, dolayısıyla okuryazarlığı yaygınlaştırmıştır. Okuryazarlığın artışı, eğitim ve düşünce alanında kitabı, olayların ve bilgilerin aktarımında gazeteyi iki önemli araç olarak öne taşımıştır. Bu durum iletişim araçları ve onu kullananların elinde büyük bir erkin birikmesini sağlamıştır. Birinci kitap devrimi 1450’ye doğru Gutenberg’in matbaa ile baskı yapması sonucu gerçekleşmiştir. Ancak toplumsal sonuçları hemen ortaya çıkmamıştır. Bu etkiler reform, rönesans ve ticari kapitalizmin sonucunda ortaya çıkmış ve yayılmıştır. İkinci kitap devrimi için, 1751 yılı Encylopedie’nin yayımlanması simgesel bir öneme sahiptir. Bu eser dağınık olan bilgilerin bir bilançosu ve gelecekteki ilerlemelerin bir güvencesi niteliğindedir (Barbier & Lavenir, 2001: 13). Ansiklopedi aracılığı ile bir uygarlık, kendi bilgi birikimini ve tarih yazımını düzene sokar ve yorumunu yansıtır. Bir sözlük nasıl ki kelimelerin çetelesini tutuyorsa; ansiklopedi de olay, olgu ve kavramların çetelesini tutar. Ancak olay, olgu ve kavramlara muktedir olanların yüklediği anlamların ve bakış açısının eklemlenişi ansiklopediyi, belirli bir uygarlığın yorumu haline getirir. 10 Ticari kapitalizmin yükselişinden sonra Avrupa’da büyük bir sermaye birikimi oluşmuştur. Bu sermaye birikimi ithalatı artırırken, Avrupa içinde de önemli panayır şehirlerinin ortaya çıkışına sahne olmuştur. Bu panayır şehirleri malların bir araya gelerek, toplu ticaretin gerçekleştiği kentli pazarları olarak kavranabilir. Bu panayır kentleri, Venedik gibi ticaret kentleri, ardından sanayi kentleri; malların fiyatları, ulaşım yollarının durumu hakkında bilgilere gerek duymaktaydı. Gazeteler ilk başta bu amaca hizmet etmiştir. Peşi sıra ortaya çıkan toplumsal hareketlenmeleri yönlendirme ve propaganda aracı olarak dönüşmüş, reklam olgusunun da yerleşiklik kazanması ile tüketim için talep yaratmanın ya da talebi yönlendirmenin aracısı olmuştur. Osmanlı Devletinde ise gazeteyi önce azınlıklar kullanmıştır. İlk resmi gazete 1831 Takvim_i Vakayi, Ceride-i Havadis ve ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval 1860 yılında çıkmaya başlamıştır (Erdoğan & Alemdar, 2002: 25). Osmanlı Devleti’ne matbaa 1727 yılında İbrahim Müteferrika tarafından getirilmiş olsa da gazete için yüz yıl kadar beklemek gerekmiştir. İbrahim Müteferrika’nın da matbaayı iki yüz yıl kadar geç getirdiği düşünülürse matbaanın işlerlik kazanması üç yüz yıl gecikmiştir. Çünkü kendi yerel koşullarını yaşayan ve geçimlik üretim yapan köylü toplum için gazete veya kitabın ortaya koyduğu bilgi veya haberin çok önemi yoktur. Bununla birlikte bu araçlara ulaşım yolu da sınırlıdır. Gazete ve kitap kentleşmiş bir kitle üzerinde etkili olan bir iletişim aracıdır. Gazetelerin Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkış tarihine dikkat edilirse, toplumsal reform hareketlerinin belirginlik kazandığı, artık Osmanlı Devleti’nin dönüşüme karşı koyamayacağını kabul ettiği yıllara denk gelmektedir. 1.5.1 Matbaa Devrimi ve Sonuçları Türdeşlik, süreklilik, tek biçimlilik yaygın bir gelişim ve kültürel düzen halini almıştır. Bu durum kitleselleşen tek tip eğitimi ve dolayısıyla; yerellikleri genişleyen bir mekânda eklemleyerek, ulusal kültürlerin oluşmasını sağlamıştır. Basılı materyallerin gelişim gösterdiği matbaa kültüründe dilbilim belirginleşmiş, düzenleme ve noktalama önem kazanmıştır. Artan süreklilikle birlikte ulusal diller gelişim göstermiştir. Kitap yazımı ve dağıtımı ticarileşmiştir. Böylece telif hakkı doğmuş ve ilgili yasalar oluşmaya başlamıştır. Kitapların baskı yolu ile çoğaltılması halka açık kütüphanelerin ortaya çıkışını sağlarken, kitap ve gazetelerin kitleselleşmesi sansür kavramının ortaya çıkışını da beraberinde getirmiştir. Öğretici ve öğrenen arasına, bir dolayımlayıcı olarak kitap girmiştir. Yerinde ve yüz yüze eğitimin yerini kitap aracılığı ile eğitim almaya başlamıştır. Öğrenme ve bilgi süreçleri değişmeye başlamış; okuma eylemi, sessiz, kişisel ve kitlesel bir sürece dönüşmüştür. Kişiselleşen okuma ve yazma eylemleri, bireyciliğin gelişmesini sağlamış, soyut düşünce belirgin bir gelişim göstermiştir. Avrupa’da bunun sonucu olarak dinsel ve bilimsel devrimler yaşanmıştır. Avrupa’da yaşanan bu gelişmeler dünyanın geri kalanını kendi çekim alanına dahil ederek küresel bir dönüşümün de zeminini oluşturmuştur. 11 1.6 ELEKTRİK-ELEKTRONİK DEVRİMİ Sanayi devriminin ortaya çıkışından bugüne kadar gelirsek küreselleşmenin önünde iki büyük engel görülür. Sermaye birikimindeki yetersizlik dış yatırımları önemli miktarda azaltırken ikinci engel iletişim olanaklarının yetersizliğidir (Mendel, 2008: 81). Sanayileşme döneminde ulaşım ve iletişim imkânlarının örgütlü bir biçimde yayılması ve örgütlenmesi küresel yatırımların önünü açmış ve bu da artan oranda sermaye birikimine fırsat sağlamıştır. On dokuzuncu yüzyılın sonu toplumsal gerçekliğin çeşitli dünyalarını güçlü bir biçimde yeniden yapılandırarak birçok teknik sistemin hamle yapmasına ortam hazırlamıştır. Çeşitli dünyalar, ulaşım aracılığı ile (tren ve otomobil) fiziksel olarak, iletişim teknolojileri ile zamansal olarak birbirine bağlandı. Böylece tek bir dünyaya yönelik bir standartlaşmanın önü açılmış oldu (Wagner, 2003: 160). 19. ardından 20. yüzyıl mekânı aşan ve iletişimin içeriğini dönüştüren araçların arka arkaya kullanıma girmesine sahne olmuştur. Bu dönemde gerçekleşen önemli olaylar şu şekildedir (Baldini) (Abbate, 2011); 1832 Telgrafın icadı 1858 Amerikan Haber Ajansı Associated Press’in kuruluşu 1871 Telefonun icadı 1877 T. A. Edison tarafından fonografın icadı. Sesler böylece kaydedilip, sonrada dinlenebilir hale gelmiştir 1892 Lumiere Kardeşlerin sinematografı icadı 1920 John Baird’in ilk televizyon denemeleri 1920 İlk radyo yayınları 1936 Londra’da BBC tarafından televizyon yayıncılığının başlatılması 1940 TOWA Üniversitesinde ilk bilgisayar sisteminin kurulması 1946 ENIAC tarafından ilk hesap makinesinin üretilmesi ve Amerikan ordusunun hizmetine sunulması 1990 WEB yazılımının kullanıma sokulması3 Böylece iletişim artan oranda, ulaşımın yani mekânın boyunduruğundan kurtulmuştur. Bu gelişmeler başta ekonomik ilişkiler olmak üzere tüm toplumsal olguların mekânsal bağlamından sıyrılarak, küresel alandaki etkileşimlere açıldığı anlamına gelir. Küreselleşme gerçekte telgrafın kullanıma girmesi ile 1860’larda başlayan bir süreçtir (Hirst & Thompson, 2007: 8). Ancak artan küreselleşme eğilimi ulusal çıkarların Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşlarında karşı karşıya gelmeleri ile kesintiye uğrar, İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından küreselleşme eğilimi tekrar belirginlik kazanmıştır. İkinci Paylaşım Savaşının ardından bilgi teknolojileri ile iletişim teknolojilerinin eklemlenmesi, para piyasalarının bütünleşmesinden, tüketim ve üretim alanlarının küresel coğrafyada yeniden organize edilmesine, dolayısıyla siyasal ve sınıfsal ilişkilerin küresel alanda oluşmasına neden olur. Böylece akışkanlaşan modernliğin debisi mekânın aşılmasına, mesafenin ölmesine yol açmıştır (Yırtıcı, 2009: 162). Süreç siyasal, ekonomik, toplumsal WEB teknolojisi, internet alanında yaşanan diğer gelişmelerle birleşerek ( TCP/IP protokolü, HTML dili v.b.) internetin kişisel bilgisayarlar aracılığı ile sıradan kullanıcının hizmetine girmesine olanak sağlamıştır. 3 12 olayların oluşum ve kontrol sürecini ulus-devletlerin kontrol edemeyeceği ölçüde genişleyerek, matbaa kapitalizmini belirgin bir şekilde radikalleştirmiştir. Bununla birlikte küreselleşme sadece ülkelerin ya da piyasaların karşılıklı bağımlılığı anlamına gelmez; bu aynı dönemde, zaman ve mekândaki dönüşümü de içerir. İletişim ve bilgi teknolojileri bütün dünyayı etkisine alan bir birliktelik yaratmaktadır (Giddens, 2000: 42-43). İletişim olanakları sayesinde herkes artan oranda dünyanın değişik yerlerinde gerçekleşen olaylardan etkilenmektedir. Sözlü kültür ve elyazmalı kültür, küçük toplulukları ve yerel, geleneksel erk biçimlerine olanak sağlar. Mekâna ve zamana bağlı yayılmayı içeren iletişim teknolojileri (matbaa, elektrik/elektronik) genişleyen bir bölgenin ve zamanın denetimini mümkün kılar. Elektrikli ve elektronik iletişimde mutlak erkin temelini oluşturan mekân ve zamana dayalı teknolojilerin birleşmesi ciddi bir tehlike olarak belirir (Mattelart & Mattelart, 2003: 141). Zaman ve mekân, iletişim araçlarının düzeneklerine bağımlı hale gelir. Kendini zaman ve mekân üzerine kuran iktidar iletişim araçları ölçeğinde küresel alana yayılarak mutlak bir iktidara dönüşme eğilimi gösterir. Toprağa dayalı bir erk olarak modern devlet, zaman ve mekân birliğinin bozulmadığı matbaa kapitalizminin ürünüdür. Elektrik-elektronik kapitalizmi küresel alana yayılan gücü ile toprağa dayalı ulus-devleti aşındırır, küresel olaylara daha duyarlı ancak daha az etkili hale getirir. Ek olarak matbaa kapitalizminde kamusal alan, ulus-devlet ve büyük ölçüde bu erkin hukuksal, siyasal düzenlemelerine mahkûm olan iletişim araçları tarafından düzenlenir. Bilgi teknolojilerinin ortaya çıkardığı bireysel ve küresel iletişim araçlarının yaygınlaşması ise kamusal alanın hem içerideki yerellikler, hem de sınır ötesindeki gelişmeler tarafından etkilenmesine yol açar (Keane, 1998). Böylece kamusal alan, küresel olan ve yerel olanın birbirine eklemlendiği bir kültüre doğru yol almaya başlamıştır. Ancak yerel olanın ekonomik olanla ilişkisi yadsınamaz, yerel olan küresel olanın onayından geçtikten sonra kamusal alana dahil olabilir bu da büyük oranda küresel ekonomik, kültürel gerekliliklere cevap verebildiği ölçüde gerçekleşir. Ortaya çıkan yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin bireylerin kullanımına girmesi, aynı zamanda bireysel yaşamdaki dönüşümleri ve gündelik yaşamda zaman-mekân birliğinin bozulmasını getirmiştir. Zaman ve mekân, iletişim araçlarının düzenlemelerine maruz kalırken, devlet kurumu bu etkiler karşısında artan oranda edilgenleşmektedir. Bu durum uluslararası seviyede iletişim teknolojilerine (üretim, teknik bilgi, sermaye) sahip olan ülkeler ile sahip olmayan ülkeler arasında belirgin bir dengesizlik yaratmaktadır. Bununla birlikte güçlü olan ülkelerde tek başına özerklik iddiasında bulunamamakta, iletişim olanakları ile küresel alana yayılan para ve üretim faaliyetleri; devletleri, işçi-sosyal güvenlik politikalarını, sınıfsal yapıyı, üretim biçimini, zaman algısını ve kültürel yapıyı topyekûn bir dönüşüme yönlendirmektedir. Elbette bu süreçte değişik güç biçimlerine sahip olan ülkeler (sermaye, silah, bilgi) diğer ülkelere nazaran avantajlı bir konum elde etmektedir. Bunun sonucu olarak küresel boyutta ülkeler, ulusal ölçekte bölgeler bazında gelir dağılımı büyük bir eşitsizlik göstermektedir. Bu eşitsizliğin olumsuz tarafında kalan ülkelerde/bölgelerde ve sınıf görünümü arz edemeyen topluluklarda milliyetçi eğilimler, radikal görüşler artan bir eğilim olarak ortaya çıkmaktadır. 13 Elektriğe dayalı iletişimin ortaya çıkardığı niteliksel dönüşümün; siyasal, kültürel ve ekonomik sonuçlarını ortaya koyabilmek için, bu araçların ortaya çıkardığı mülkiyet ve içerik sorunu ile zaman ve mekân boyutunda yarattığı dönüşüme eğilmek gereklidir. 1.6.1. Biçimselleşme, Araçların Mülkiyeti ve İçeriğin Düzeni İletişim teknolojilerinde belirgin olarak artan eğilim biçimselleşmedir. Küresel ölçekte etkileşim zincirlerinin artışı standartlaşmayı ve biçimselleşmeyi artırmıştır. Bu biçimselleşme iletişim sürecine giriş ve çıkış noktalarını belirlerken, mikro düzeyde iletişim kuranların davranışlarını da belirler. İçeridekiler ve dışarıdakiler arasında kalın bir hat çizer (Wagner, 2003: 161). Wagner mecazi bir örnek olarak otoban örneğini kullanır. Bir köy yoluna çıkmak için çok fazla kural ve edinilmesi gereken özellik söz konusu değildir. Yayalar bir yolda bir taraftan yürürken araçlar ortadan belirledikleri hızda gider, durur, seyreder veya park ederler. Bir otobanda ise katılık söz konusudur, yayalar giremez, altına düşülmemesi gereken bir hız söz konusudur. Park etmek, yavaşlamak, seyretmek yerine düzenli bir hız temel amaçtır. Büyük yollardaki trafik lambaları üç belirli anlamı içerir ( dur, hazırlan, geç). Bu ortam biçimselleşmenin, iletişime yansımasıdır. Standartlaşmış, kodlanmış anlamlar aktarılır ya da anlam kodlanabildiği ölçüde standartlaşır ve kullanıma açılır. Kitle toplumunun ve küreselleşmenin dayattığı olgu, standartlaşma ve yayılmadır; iletişim araçları ve içerikleri de tıpkı meta ürünler gibi standartlaşarak yayılır. İletişim teknolojilerinin yaygınlaşması muazzam bir iletişim ortamı hazırlarken, artan biçimselleşme iletişimin içeriğinden çok iletişimin hızını amaç edinir. İletinin kendisi anlamsızlaşır. Binlerce anlık içerik, içeriğin niteliğinde bir aşınmaya yol açar. Böylece iletişim birikimsel olmaktan çok yığınsan bir hal alır. Bununla birlikte hem teknolojik gereksinimler hem de toplumsal bağlam açısından içerik –trafik lambaları örneğinde olduğu gibi- katı bir biçimselleşmeye uğrar. Göstergeler düzeninin yapısal sınırları iletişimin genel çerçevesi halini almaya başlar. İçerik kişilerarası iletişimdeki karşılıklılık ilkesi yerine, kitlesel bir tek yönlü yol görünümü arz eder. Bu biçimselleşme, artan yığınsallaşmadır. Bütün içerikler, bu yığın içerisinde karşıtları ile etkisizleşebilir veya yığın içerisinde kaybolurlar. İletişimin yığınsallaşması ve içeriğin biçimselleşmesinden ne anlamak gerekir? Önceden de belirtildiği gibi dil toplumsal bir olgudur ve etkileşimler sonucu doğar. Örneğin ‘kırmızı’ denildiğinde kırmızının tonları, hatıralar veya korkular yerine; kırmızının önceden üretilmiş bir içerik olarak dondurularak bir cep telefonu şebekesini, topuklu ayakkabı tabanını veya bir içecek firmasını hatırlatması bu süreci bozmaktadır. Bu noktada kavram olarak kırmızı diyalektik birikim ve gelişim içeriğinden sıyrılarak, önceden tanımlanmış ‘ispata gerek duymayan’ ve dönüşmeyen bir anlama bürünür. Bu kırmızı kavramının bir simülakra4 dönüşmesidir. Kavram olarak kırmızı artık kişisel veya toplumsal bir içerik barındırmaz, iletişim araçlarının içerisinde üretilmiş, dağıtılmış ve sabitlenmiş bir anlama bürünür. Bu durum toplumsal kavramların tamamına yayılır. Güzel, beden, mutluluk, savaş gibi 4 Simülakr: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm. 14 kavramların tamamı iletişim araçlarınca yaratılır ve sabitlenir. Bu nedenle iletişim araçlarının yapısal düzeni iktidar olanların gücüne hizmet eder hale gelir. Çünkü kitle ancak bu araçlar üzerinden düşünebilir ve bilgi edinebilir. Siyasal özgürlük sadece iradenin uygulanmasını içermez, aynı zamanda iradenin oluşum sürecine de egemen olmayı içerir. Bu durumda iletişim, demokrasi ve siyaset konuları tekrar ele alınmalıdır (Mattelart & Mattelart, 2003: 148). İletişim araçlarında zamanla artan biçimselleşme bu araçları üretip, içeriğini düzenleyenlere muazzam bir güç kazandırır. Çünkü gittikçe karmaşıklaşan üretim süreci, aracın kullanımına yönelik teknik bilgi ve üretilecek olan içerik sürekli bu iktidar merkezlerinde üretilir. Aracın üretimine, kullanımına ve içeriğin üretilmesine yönelik teknik bilgi, sermaye ilişkileri ile eklemlenerek küresel bir düzen oluşturur. Küresel iletişim, küresel ekonomi merkezlerinde örgütlenmiştir (Mattelart & Mattelart, 2003: 134). Bu merkezlerde üretilmiş araçlar ve araçlara yönelik içerik –film, tv programı, haber- çevre ülkelerden merkez ülkelere sürekli bir sermaye aktarımına yol açarken, küresel iletişimin içeriğinin bu merkezler tarafından belirlenmesine yol açar. Merkez haber ajanslarının yaydığı içerik, dünyanın algılanışını güç odaklarının yorumuna bağlı kılar. Örneğin Türkiye, Suriye ile ilgili bir haberi merkez haber ajanslarının sunduğu ve yayılmasına imkân tanıdığı ölçüde alabilir. Dikey haberleşme yerine, finansmanı kişiler tarafından üstlenilen, küçük ve portatif araçların yarattığı yatay iletişim düzeni günümüz dünyasında yeni olanaklar sağlasa da şu an için etkileri sınırlıdır. 1980’de Sean Mac Bride tarafından uluslar arası iletişimin düzensizliğini ortaya koyan bir rapor UNESCO’da sunulmuştur (Mattelart & Mattelart, 2003: 95). Raporda çevre ülkelerin iletişim ağlarının oluşturulması, kendi muhabirlerini finanse edebilmesi ve bu piyasanın korunmasına yönelik uyarılar yer almıştır. Amerika ve İngiltere özgürlüklerin sınırlanacağı ve totaliter rejimlere yol açacağı önerisi ile rapora karşı koymuştur. Bir sonuca varılamayan bu rapor bir uyarı niteliğinde kalmıştır. Bu noktada sürdürülen tartışmanın siyasal içeriğine değinmek gereklidir. İnsan hakları kavramının en önemli ayağı iletişim hakkı, bu kavramında en önemli niteliği ‘İfade Hakkı’nda kendini bulur. Bu nedenle düşüncelerin üretimi, paylaşılması ve saklanması insan hakları açısından vazgeçilmez bir değerdedir. Bu bağlamda kitle iletişimine yönelik iki kuramsal bakış açısı bulunmaktadır (Önür, 2002: 84). Özgürlükleri ön planda tutan Liberal yaklaşıma göre; birey hem içeriğe hem de iletişim kanallarına ulaşmakta özgür olmalıdır. Sınıfı ön planda tutan Marksist yoruma göre; medya ve içerikleri üst sınıflar lehine düzenlenir bu nedenle medya içeriği kendi içinde sınıf bilincini taşımaz, çarpıtır. Her iki görüşünde ortaya koyduğu görüş ve eleştirilerde haklı oldukları yanlar vardır. Kapalı bir haberleşme düzeni otoriter rejimlere yol açabilecekken, açık bir iletişim düzeni sermaye ve bilgi yetersizliği sebebi ile güçlü ülkelerin, güçsüz ülkeler üzerinde oluşturduğu bir otoriteye dönüşmektedir. Uyarı ve sorunlara karşın seksenlerden sonra, iletişim alt yapıları diğer kamu kuruluşlarında da görüldüğü gibi özelleştirilmeye başlanmıştır. Kamuya ait altyapılar özelleştirme ile kapitalist girişim öznelerinin kullanımına geçmiştir (Erdoğan, 2000: 301). Bu noktada izlenen bir yöntemde, Türkiye’de 90’lı yılların başında başlayan korsan yayınlarda 15 olduğu gibi korsan yayıncılık yolu ile kamu tekelini yıkmak olmuştur. Televizyon mülkiyeti yabancı girişimcilere karşı yasal olarak belirli bir sınırda tutulsa da içeriğin düzenlenmesi noktasında özel teşebbüsün kar odaklı düşüncesi; kapitalist mantığın üretilen içeriğe yansımasına ve toplumsal sorunların rating değeri ölçüsünde yer alabilmesi, tüketim ideolojisinin yerleşiklik kazanması, toplumun depolitize olması gibi birçok gelişmeye yol açmaktadır. Seksenlere kadar yayıncılığın kamu denetiminde olduğu süreçte kamu hizmetine dayalı yayıncılık esas olmuştur. Seksenlerden sonra (Türkiye’de doksanların başı) düzenlemelerin kaldırılması –deregülasyon- ile ulusal topluluğun üyeleri yerini bir tüketim piyasasının üyelerine bırakmaya başlamıştır (Morley & Robins, 2011: 28-29). 1.6.2. Mekânı Aşan Ekonomik Süreçler ve Toplumun Durumu Kapitalizmin/modernizmin ortaya çıkışından beri tarım ve sanayi üretimi arasında belirginleşen bir ayrışma söz konusudur. Çiftçi üretim ve tüketim mallarını sanayiden, sanayi hammadde ve çalışanların gıdasını çiftçiden alır. Uluslararası iş bölümü ve ulaşım imkânları arttıkça tarım ve sanayideki mekânsal kopuş daha geniş bir coğrafyaya yayılır (Mendel, 2008: 510). Bu yayılmanın sonucu olarak, küresel sanayi ve tarım mallarının mübadelesi için ara işlevlerin -banka/ulaşım/sigorta- artan oranda belirginleştiği görülür. Küreselleşen üretim ve tüketim ağında, üretim ve tüketim bütün bir coğrafyaya yayılırken, üreticilerin/çalışanların kapalı sınırlara mahkûmiyeti ortaya çıkar. Üretim ve yaşam yerel/ulusal; ancak toplam süreç küreseldir. Sınıfı görmek ve tahayyül etmek imkânsızlaşır, yabancılaşma topyekûn bir kaygıya dönüşür. Bununla birlikte üretim büyük ölçüde meta üretiminden kopmuştur. Farklı ürünlerin imalatı söz konusudur; reklam metni, sinema filmi, muhasebe programı v.b. Bütün bunlar bir sınıf bilincinin oluşmasını engeller ve toplumu bir biri ile rekabet halindeki çalışanlar kümesine dönüştürür. Sendikal örgütlenmelerin büyük düşüşündeki en büyük etken üretimi küresel ve toplumsal alanda parçalayan teknolojilerin gelişmesi olmuştur. Bununla birlikte yurttaş olarak üreticiler/tüketiciler devletin yasal sınırlarına tabidir. Zaman ve mekânı etkin bir biçimde işlevsizleştiren yeni teknolojiler mekânı yoksullaştırmak için fazla zamana ihtiyaç duymazlar. Enformasyonun hızla aşıp geçtiği zaman ve mekânın arkada bıraktıkları ise somuttur (Bauman, 1999: 86). Fiziksel mekânlar ve yaşantılar, elektronik ağlarda dolaşan veriler aracılığı ile düzenlenir. Bu sadece para hareketleri, banka hesapları şeklinde gerçekleşmez; tüketim ve üretim biçimlerinde de belirir. Bir kredi kartı, paranın sağladığı bütün olanakları elektriğin ulaştığı her yerde tüketiciye sunabilir. Bir denizin ortasında borsa alışverişi yapılabilir ya da bir dağ başında fatura ödenebilir. Gündelik yaşantıyı sürdürmek için kâğıt paranın mekândaki dolaşım hızına duyulan mahkûmiyet ortadan kalkar ve bireyin küresel mekândaki dolaşımının önü açılmış olur. Üretmek durumunda olanlar içinde yeni bir durum söz konusudur. İletişimin mekânda ulaşım araçları aracılığı ile gerçekleştiği dönemde üretim ve tüketim mekâna bağlıdır. Tüketim alanında bahsedilen dağılmadan sonra, üretim alanında da bir dağılma söz konusudur. Fordist üretimin bir bant üzerinde bir araya getirdiği bütünleştirme süreci 16 parçalanır, esnek üretim yoluyla bilgi ve teknoloji kol gücünün önüne geçer. Dünyanın değişik bölgelerindeki üretim süreçleri ve bilgisi kontrol edilebilir hale gelir. Böylece yatırımcı, yatırım için uygun bölgeye/bölgelere dağılma lüksüne sahip olur. Bu şekilde parçalanan üretim süreci ulusal ölçekte düzenlenen sendikal örgütlenmeyi ve sınıfsal algılamayı imkânsızlaştırır. Bir topluluk oluşturamayacak derecede parçalanan iş gücü, sınıf bilinci oluşturamaz, sadece hayat boyu kişisel gelişim stratejileri ile varoluşlarını garantilemek zorunda kalır. Bununla birlikte üretim sürecinde bilgi teknolojilerini kullanabilen işçiler ile vasıfsız işçiler arasında niceliksel veya niteliksel bir birliktelik söz konusu değildir. Bu gruplar aynı statü grubuna da tabi değildirler. Bilgi işçileri; hizmetler sınıfı adı verilen ve sanayi kesiminden farklı bir sınıf oluşturan yapıya dâhildir, Bilgiye dayalı üretim sürecindeki stratejik önemde bu sınıfa aittir. Kol gücüne dayalı emek ise artan oranda kuralsızlaşan iş yaşamı koşullarına mahkûm kalmaktadır. Sanayi devriminin olguları, Geç Kapitalist dönemde belirgin bir dönüşüm yaşamaktadır. Endüstri kentleri ve toplumları tüketim aracılığı ile örülmüş yeni bir biçimlenmeye gitmektedir. Toplumsal anlamlandırma ve güven pratiklerinden yoksun kalan birey için ‘kimlik’ krizi, belirgin bir bunalım olarak belirir. Nesnel kültürün genişlemesi karşısında kişiselliğini ve anlamlandırma pratiklerini kaybeden birey, güncel gerçeklikle başa çıkma gücünü kaybeder. Bu süreçte moda, artan oranda gündelik hayata yerleşerek bireysel kimliklerin bir uzantısı haline gelir. Anlamlandırma pratiği olarak faklı olma, göze çarpma ve moda belirgin bir yükselişe geçer (Simmel, 2005: 99-100). Moda, sınırlı bir farklılık yaratır. Moda aracılığı ile oluşturulan imajlar, kişiye önceden kodlanmış anlamlar atfederek, bireysel farklılığın oluşmasına yardım eder. Ancak bu anlamın önceden üretilmiş olması ve hızla yayılması onu sıradan ve anlamsız kılarak yeni modalara kapı aralar. Böylece sürekli imaj yoluyla üretilen bir devinim yaratılmış olur. İletişim kanallarında küreselleşen tüketim sistemi bireyleri bir farklar sisteminin, önceden tayin edilmiş göstergeler düzeninin içine sokar. İçerik olarak bir devinim yoktur, biçimsel bir dönüşüm sürekli kendini tekrar etmektedir. Moda naif tanımlardaki kullanım ve doyum modelinin aksine doyum sağlayarak işlemez, bireyleri bir kodun bilinçdışı disiplinine yetiştirerek durdurur (Baudrillard, 2008: 112). İletişim biçimlerinde sözelden görsele; mekânda kırsaldan kente ve iletişim araçlarında yazıdan elektriğe yöneldikçe zamansal ritim artar. Bu ise sürekli dönüşen ama hiç değişmeyen bir kültür algısı yaratır. 1.6.3 Elektrikli İletişim ve Zamansal Nitelikleri Sözlü kültür hafızaya dayalıdır. Yazılı kültür ise hafızayı ikinci plana iterken ‘aklileşmeyi’ ön plana geçirir, çizgisel bir zaman algısı yaratır. Elektrikli kültür ise zaman ve mekân birliğini bozarken, hafıza üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Elektrikli iletişim ve küreselleşmenin ellili yıllardan sonra artan etkisi, zaman algısındaki dönüşüm ve bunun kültürel yansımasıdır. Ekonomik risklerin çeşitli nedenlerle gündelik hayatın içine yayılması ve iletişim araçlarının küresel yayılımı sonucu, zaman ufkunda yaşanan kırılma geçmişe yönelik bir arzuyu davet etmektedir. Bununla birlikte bu kültürde her şeye ve her yere elektronik araçlarla anında ulaşabilme kapasitesinde yaşanan artış ‘bekleme kültürünü’ 17 zayıflatarak ‘haz kültürünün’ belirginleşmesine yol açmaktadır (Sennett, 2011). Her şeyi şimdi ve burada isteyen tüketici kültür bireyinin bu nesne bolluğunda, nesneler üzerine kurduğu kullan at kültürü, gündelik hayata gittikçe yayılan bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar (Urry, 1999: 292). Hafıza ve akıl, bu süreçte bilgiyi oluşturmaz, iletişim araçları hafıza ve bilginin yerini alma eğilimindedir. Çağımızın tarihin sonu veya sürekli post (sonra) takıları ile adlandırılan olgulara sahne olmasının sebebi büyük oranda iletişim teknolojilerinin çizgisel zamanda yarattığı kırılma ile zaman ve mekânda yarattığı birlik hissi ile ilgilidir. Matbaa kapitalizminin yarattığı modernleşme olgusu zamansal bir ilerleme fikri üzerine kuruludur ve klasik modernizm bu nedenle geleceğe güdümlüdür (Yırtıcı, 2009: 25). Akışkan modernizm ise bu zamansal fikri taşımaz. Bu zamansal algının bozulmasında iletişim teknolojilerinde görülen elektronikleşme ve dijitalleşmenin etkisi büyüktür. Bilgi teknolojilerinin gelişimi mekânsal farklılığı zaman lehine çökertmiştir (Erdoğan & Alemdar, 2002: 29). Zaman ufkunun bozulması, iletişim araçlarında yaratılan tükenmez bir şimdiki zaman ve küresel gelişmeler karşısındaki edilgenlik, birey ve toplumlarda kimlik ve geçmiş saplantısını yükseltmektedir. Küreselleşmenin kırılgan mekânsal ve zamansal düzenekleri içinde bireyler ve toplumlar sürekliliklerini; ancak geçmişi yeniden üreterek söyleme dökebilmektedir. Bu durumda geçmişin kültürel ve siyasal alanda belirgin bir gerilim öğesi olarak ön plana çıkmasına yol açmaktadır. Geçmiş hayranlığı ne kadar kırılgan ve çelişki dolu olsa da yaşam çizgilerini geçmişe bağlama ve kültürün kar ve kısa vadeli göstergeler karşısındaki bellek yitimi eğilimine karşı ciddiye alınmalıdır (Huyssen, 1999: 183). Geçmiş olana ilgi gerçekten geçmiş yaşantıların yeniden üretilmesi anlamına gelmemektedir. Burada kastedilen geçmiş olanın şimdiki zamana çağrılarak tekrar üretilmesidir. Huyssen’in bahsettiği çelişki ve kırılganlık bu noktadan kaynaklanır. Geçmiş takıntısı ve arzusu da şimdiki zamanda ve şimdiki koşullarda tüketilebilir meta olarak sunulmasını içermektedir. Zaman ufkunun çöküşü ve anlık olana yönelik ilgi, kısmen kültürel üretimde olayların, gösterilerin çağdaş dünyada ön plana çıkmış olmasının ürünüdür. Kültür üreticileri yeni teknolojileri ve multi-medya olanaklarını kullanmayı öğrenmişlerdir (Harvey, 1997: 76). Bir olgu/olay görselleşebildiği ölçüde ve görselleşebildiği şekli ile kültürel alana nüfuz edebilmektedir. Bu nedenle iletişim araçlarının ortaya çıkardığı etkiler, tarihin ve hafızanın çöküşünü, görüntüselleşmesini ve dolaylı sonuçlarını işaret etmektedir. Tarih, nostaljik bir nesneye dönüşmektedir. Gerçekte gelişen olgu ise iletilerin yoğun bombardımanı ve geçiciliğinde unutmanın yerleşiklik kazanmasıdır. Günümüzde etrafımızı sarmış olan bu yapay bellekler, doğal belleğimizin yerini alarak her şeyi unutturmaya çalışmaktadır. Unutma olayı ancak yapay bellekler aracılığı ile giderilebilir (Baudrillard, 2008: 78). Tarih hızlanmaktadır; ancak yöneldiği bir menzil olmadan… Bireyin artan hız arzusunun arkasında sadece geçmişten kaçma –unutma- arzusu değil, gelecekten kaçma – fazla düşünmeme- eğilimi de var gibi görünmektedir (Argın, 2003: 82). Geçmişin kapalı yolları ve geleceğin riskli önsezisi karşısında birey ve kültür, şimdiki zamanın muazzam akışkanlığında yol almaktadır. Zaman algısının bozulması, iletişim araçları ile birlikte kodlanan içeriğin dönüşümü ile yeni bir kültüre olanak sağlar. 20. yüzyılın ilk yarısında iletişim araçları görüntü ve ses öğelerinin çeşitlenmesi ile belirir. Kitap ve gazetenin yerini radyo, sinema ve ardından 18 televizyon alır (Barbier & Lavenir, 2001: 15). Söz ve yazının ardından bir ifade biçimi olarak görüntü ortaya çıkar. Söz ve sözün uzantısı olarak yazı insanı zamana yerleştirir; görüntü ise gerçeklik alanını, somut nesneleri ve uzayı sunar (Ellul, 2004: 48). Sözü dinlemek veya yazıyı okumak ancak zamansal bir aralıkta gerçekleşebilir. Ses var olabilmek için sürekli yeniden üretilmek durumundadır, ses durduğu anda biter. Bu nedenle ses yaşamın akışına uyar, devamlılık arz eder, görüntü ise sabit durarak da varlığını devam ettirir. Dilin ve yazının zamana ve emeğe dayalı okunuşunun aksine görüntü anlıktır. Böylece düşünme tarzı değişir; İmajlar, kendilerini, ne mantıksal ne de düşünülebilecek tarzda birbirlerine bağlarlar (Ellul, 2004: 65). Görüntüler rastlantısal olarak da bir araya gelebilirler, sesler veya yazılı kelimeler için böyle bir durum söz konusu değildir. Görüntü, yazı ve sesin etkisini yok ederek anlık olanı ön plana geçirir. Her şey imajlar içerisinde düzenlenmeye, üretilmeye ve parçalanmaya muhtaç hale gelir. Olaylar iletişim araçları içerisinde üretilir ve düzenlendikten sonra yok olurlar. İmajların ardı arkası kesilmeyen sürekliliği her şeyi aynı seviyeye çeker. Kişi bütün imajlar ile aynı mesafede konumlanır. Baudrillard’a göre bu sistemde simülakr’lar, gerçekliğin yerini alarak bir simülasyon5 evrenini oluştururlar. Olayların dayandığı nesnel bir dayanak yoktur, gerçeklik iletişim ağları tarafından yerinden edilmiş ve simülasyon evreni her yeri kaplamış gibidir. 1.6.4 Elektrik-Elektronik Devriminin Sonuçları Ulaşım ve iletişim araçlarının yarattığı olanaklar ölçeğinde, siyasal ve ekonomik faaliyetlerin küresel bir yüzeye yayıldığı ve kültürel bir form olarak tüketimin belirleyici öğe haline geldiği görülmektedir. Sanayi kapitalizminin katı mekânsal birliği aşılmakta ve küresel ölçekte bir yeniden yapılanma yaşanmaktadır. Üretim biçimlerinin, tüketim biçiminin, rekabet ortamlarının, toplumsal ve bireysel kontrol mekanizmalarının toplu bir şekilde, yeniden yapılandığını gözlenmektedir. Verili bütün kurum ve bireysel yapılar hızla aşınmakta ve yeni bir düzen oluştur(ama)maktadır. İletişim olgusu bu çerçevede siyasal, ekonomik, kültürel, bireysel ve cinsel yapılanmaların tamamını dönüştürmekte sonuç olarak ortaya çıkan bu küresel süreçten de etkilenmektedir. Bu noktada küreselleşme sürecinde, iletişim kavramının belirgin olarak ilişkili olduğu dönüşümlere işaret edilerek, dönüşüme yönelik belirtilere dikkat çekilmelidir; Küreselleşme siyasal, ekonomik, kültürel birçok kavrama işaret etse de temel motivasyonunu ekonomik gelişmelerden almaktadır. Batı dünyasında; ulusal sınırlarda korunarak geliştirilmiş sermaye birikimlerinin yarattığı birikim krizi çevreye yönelik bir sermaye hareketini zorunlu kılmış, sonuç olarak yetmişli yılların sonuna doğru sermaye üzerindeki ulusal denetim kaldırılarak sermaye küresel bir alanda hareket etmek üzere serbest bırakılmıştır. Sermayenin bu dönüşümü ve hareketliliği iş gücü, üretim, merkez-çevre ilişkileri, milliyetçilik, iktidar ve sonuç olarak siyaset kurumu üzerinde belirgin bir dönüşüme yol açmıştır. Simülasyon: Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığı ile yapay olarak yeniden üretilmesidir. 5 19 Küreselleşme ve bilgi teknolojilerinin ortaya çıkardığı üretim biçimi post-fordizm olarak adlandırılmaktadır. Post-fordizm; üretim sürecinde bilgiyi ve sürekli yeniden yapılanmayı ön planda tutarak, hızla değişen piyasa taleplerine uyum sağlayabilecek manevraları ortaya koyabilecek işgücü ve üretim planlamasını gerektirmektedir. Post-fordist üretim biçimi, fordist üretimin katı hiyerarşik yapısını bozarak yönetim, üretim ve planlama üzerinde verimli ve hızlı bir iletişim ortamını gerekli kılmıştır. Fordist üretim biçiminde katı hiyerarşik üretimin hantallığı verimsizliğin sebeplerinden biridir. Bununla birlikte esnek uzmanlaşma ve post-fordizm küresel ölçekte genellenemez, bilgiye dayalı olmayan üretim biçimlerinde vasıfsızlaşma, taşeronlaşma ve kötü çalışma koşulları, küreselleşmenin belirgin eğilimleridir. Burada iletişim pratikleri açısından önemli olan, sanayi kapitalizminde üstten/iktidardan gelen baskı dinamiklerine karşı, alttaki işçilerde sınıf bilinci ve bir topluluk hissi yaratan iletişim ortamlarının bu süreçte parçalanmasıdır. Bu şekli ile ulus-devlet içinde veya küresel ölçekte alt sınıflar kendi iletişim mecralarını kuramadıkları için, üst sınıfın rekabetçi pratiklerine uyum sağlamanın zorunluluğu tek çıkar yol olarak belirir. Alt sınıflar üzerinde sermaye iktidarının yarattığı büyük baskı ve bunalımın sebebi, küreselleşme sürecinde, ulus-devlete dayalı sendikaların gerçekleştirdiği düzenlemeye yönelik iletişim ortamlarının kurulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Üretim, tüketim ve dağıtım süreçlerinin küresel bir piyasada hareketlenmeye başlaması, ulus-devlet ve birey üzerinde rekabetin gerekliliklerine uymak zorunluluğunu yaratır. Bu nedenle katı hiyerarşik iletişim biçimleri aşılarak verimliliği artıran iletişim mecralarının yaratılması gerekliliği belirmiştir. Devlet, şirket, birey bulundukları veya oluşturdukları örgütlenmenin içinde iletişimi hızlı ve verimli hale getirerek, küresel rekabetle baş edebilir bir hale gelmek durumundadır. Bu nedenle örgüt içi iletişim, küreselleşme sürecinde dönüşen yapıların içsel düzeneklerini yeniden oluşturması ve verimli hale getirmesi açısından önemli bir inceleme konusudur. Bununla birlikte küreselleşme sürecinde genişleyen pazar ve devlet sınırlarını aşan üretim-tüketim düzeneği, kitle iletişim araçlarının etkisi, birey ve örgütleri diğer millet ve kültürlerle karşı karşıya getirmektedir. Örgüt içi iletişim genişleyen yapının içsel düzeneğini oluştururken, kültürlerarası iletişim bu yapıların diğer yapılarla karşılaşmasını içerir. Küreselleşme süreci yarattığı dinamikler ölçeğinde birey, şirket ve devlete dayalı bütün mekanizmaları dönüştürürken, merkez-çevre ilişkilerini derinleştirerek birbirine bağlamaktadır. Önceden de belirtildiği gibi iletişim sürecinde artan bir biçimselleşme söz konusudur. Biçimselleşme belirli yetilerin geliştirilmesine dolayısı ile bu yetileri geliştiremeyenlerin dışlanmasına yol açar. Bugün bilgisayar üzerinden bir kişiye e-posta atmak ya da cep telefonu üzerinden bir resim yollamak, hem bu araçların donanımsal olarak sahip olunmasını hem de bu işlemleri gerçekleştirebilecek bilgiye sahip olunmasını gerektirir. Bu donanım ve bilginin eksikliği kişiyi iletişim kuramaz hale getirir. Burada yalın olarak aktarılan bu örnek ulusal ve küresel ölçekte, merkez-çevre ilişkilerinin temel dinamiğini belirler. Küresel ölçekte donanım ve bilgiye sahip olanlar iletişimin biçim ve içeriğini oluştururken, bu biçimselleşmeye uyum sağlayamayanlar iletişim süreçleri ve içeriklerinin tam anlamı ile dışında kalmaktadır. Aynı eğilim ulusal ölçekte de görülmektedir, çevre ülkeler ve bölgeler yüksek maliyet ve bilgi gerektiren iletişim araçlarına sahip olamamaktadır. Bugün 20 Türkiye’de medya içeriği neredeyse tamamen İstanbul tarafından oluşturulmaktadır. Bu medya içeriğinde çevre, telgrafla iletişim kurulan zamanlardan bile az oranda merkezde yer alabilmektedir (Bora, 2006). Özetlemek gerekirse iletişim araçları artan oranda kabiliyet ve hız sergilese de donanım ve bilgi üzerindeki biçimselleşme merkezde bir yığılmaya yol açmakta, iletişim olanakları bu biçimselleşmenin dışında kalanlara ulaşamamakta, bir benzetme olarak kullanmak gerekirse, yok saymaktadır. Bu durum iletişim araçlarına sahip olanların, küresel ve ulusal ölçekte kültürün ve siyasetin oluşturulması, yönlendirilmesi ve yeniden yapılandırılmasında temel belirleyici konumda olmalarına yol açmaktadır. Bilgi-iletişim teknolojilerinin günlük iletişimin bir parçası haline gelmesi bireysel ve toplumsal yapılanmalarda önemli değişikliklere yol açmıştır. Televizyon bir merkezden tüm çevrelere yaptığı yayın ile büyük bir dönüşümün ve türdeşleşmenin öncülü olmuştur. Belirli bir kültür biçimi, söylemi coğrafyanın katılığına ve zamanın sınırına takılmadan çevreye aktarılmış, böylece görsel iletişim kültürünün yerleşmesine yol açmıştır. Bu şekli ile yazılı iletişimin ortaya çıkarmaya çalıştığı ulusal bütünleşmeyi büyük oranda artırmış ve tüm çevrelerin bir merkezin sözü/görüntüsü etrafında benzeşmesine yol açmıştır. Kamusal alan, ekonomik ve siyasal alanın ulus-devlet tarafından tayin edildiği dönem boyunca yazılı ve görsel medya aracılığı ile merkez tarafından doldurulmuştur. Nitekim küreselleşme sürecinde siyasal ve ekonomik faaliyetlerin merkezi devletin kontrolünden çıkması, iletişim araçlarının da (uydu, kişisel bilgisayar ve internet) etkisi ile kamusal alanın belirsizleşmesine ve içeriğin yerel-küresel geriliminde seyreden kimlik ve kültür kavramları ile doldurulmasına yol açmıştır. Uydu televizyon ve internet kullanımı iletişim araçları üzerindeki devlet-toplum kontrolünü yıkmış, yerel ve küresel konuların kamusal alana taşınabilmesine yol açmıştır. Politik ve ekonomik konuların küreselleşmesi sonucu düzenleyici bir güç olarak otoritesini kaybeden, işlevsizleşen Yasa’dan boşalan alan, özel alanın kültüre taşınması ile doldurulmuştur (Bauman, 2000). Politika, ekonomi ve birey arasında açılan mesafe ile artan politik-ekonomik yabancılaşma; tüketim ekonomisinin yarattığı bireysellik ile birleşerek anlık hazcı kültürün kamusal alanı doldurması ile sonuçlanmıştır. Beden ve mutluluk kavramı üzerinde yaşanan bu dönüşüm; bireysel mutluluk, toplum, aile, kadın kimliği, ata erkil toplumsallığın güven-risk gerilimleri üzerinde belirgin bir hareketlenmeye yol açmıştır. Beden kültürünün yükselişinde kentleşmenin belirgin bir önemi vardır. Sanayileşmenin en belirgin özelliği kır ve kent arasındaki ayrımı derinleştirerek, insanları metalaşmış öğeler üzerinden ilişkiye sokmasıdır. Bunun zamanla gelişen eğrisinde kırsal yapılar kent karşısında çözülmüş ve nüfus büyük ölçekte kentlerde birikmiştir. Kentteki ilişkilerin verili bir bağa dayalı olmayışı, büyük bir nüfusun bir arada oluşu insanın biriciklik hissinde belirgin bir aşınma yaratır. Kişi kendini, yaşadığı tinsel gerilimi sürekli bütünlüğe ulaştırma çabası içinde bulur. Bu süreçte moda, büyük bir nüfusun karşı karşıya geldiği kent ortamında, kişiye diğerleri ile dış yüzey aracılığı ile iletişim olanağı sağladığı için önemli bir kurum olarak belirir. Böylece içeriklerin ifade edilemediği kent ortamında, dış yüzey iletinin kendisi olur. Görsel iletişim araçlarının yönlendirici etkisi ile birlikte dış yüzey, moda ve beden, sanayi sonrası kapitalizminin fetiş nesnesine dönüşmektedir. İnternet kullanımının artması, iletişimi toplumsal kontrolün somut gözlerinden kurtararak toplumsal kadın kimliği üzerinde büyük bir dönüşüme yol açmıştır. Bu dönüşüm ile birlikte iletişim araçlarının 21 cinsellik ve beden üzerindeki belirgin baskısı farklı bir iktidar biçimi olarak kendini gösterir. Bedenin fetişleştirilmesi, aynı zamanda bedene yönelik büyük bir iktidar mekanizmasının doğmasına yol açar. Bedenin düzenlenişi, gençliği –anti aging- , sağlığı temel motif olarak belirir, bu süreç aynı zamanda küresel ölçekte en büyük pazarlardan biridir. Bununla birlikte beden ve özel hayat üzerine yapılan bu vurgu, ataerkil toplumsal yapılanmayı da büyük bir aşınmaya uğratmıştır. Bedene yönelik ilgi/baskı, aşk, aile, çocuk, ataerkil toplum, geleneksellik gibi bireysel yaşantının bütün mekanizmalarını temelden dönüştürmektedir. Bu süreçteki gelişmeler genel olarak, bir belirsizlik ve korku hissi yaratarak muhafazakâr düşünce tarafından yozlaşma olarak adlandırılsa da iletişim araçlarındaki yayılma ve bireyselleşmenin kadın kimliği üzerindeki toplumsal kontrolü azaltarak bir demokratikleşmeyi içerdiği kabul edilmelidir. Kadın kimliği üzerinde kurulmuş tek taraflı iktidarın çözülmesi aynı zamanda aile kurumunun dolayısıyla tüm toplumsal yapı ve süreçlerin –eğitim, sosyal güvenlik, yurttaşlık v.b.- dönüşümünü içermektedir. Geleneksel toplumun erkek egemen simgesel düzeneklerinin yerini, küreselleşme sürecinde bireyin kaygılı yalnızlığı almaktadır. Bir kabilede merkezden gelen söz ile sözün nesnesi arasındaki mesafe, sesin fiziksel gücü kadardır. Kişi, kabilenin dışındaki hayatı düşünemez bile, kabile kişiye olması gereken her şeyi vermiş, bütün hayat çizgisini tayin etmiştir. Bireyselleşme söz konusu olamaz, bir iktidar kurumu olarak kabile, somut ve soyut pratiklerin tamamını tayin eder. İletişim araçlarında yaşanan gelişme ile merkez ile nesnesi arasındaki mesafe gittikçe açılır, bu süreçte bireyselleşme aşama aşama artarken, merkezin belirleyici konumu azalır ve dolaylı yollardan –eğitim, dini kurumlar v.b. - iletilmek durumundadır. Bugün içinde bulunduğumuz süreçte ise merkez çevreye herhangi bir iktidar uygulamıyor gibi görünmektedir. Kişi, kişisel yetenekleri ölçüsünde bireyselliğini istediği yönde geliştirebilir. Ancak merkez somut ve soyut düzenekleri oluşturarak kişiyi belirli bir biçimselleşmeye doğru zorlar. Özerkleşen iktidar zorlayıcı, içerici iktidarın tersine; kişiyi, dışarıda bırakma tehdidi ile merkeze dâhil olmaya çalışan bir düzeneğe dâhil ederek, iktidarını maksimize eder (Sennett, 2005). Bu süreçte, özgürlüğün ve bireyselliğin oluşturulabilmesi için özgürlüğün altyapısının oluşturulması gereklidir, bu da seçme özgürlüğü ile gerçekleşebilecek bir durumdur. Her türlü seçme eylemi belirli bir kümeden yapılacak seçimi yani alternatifleri ve bu alternatifleri değerlendirmeyi olanaklı kılacak seçim kodunu gerekli kılar (Bauman, 2000: 82). Seçim kodunu klasik modernlik sürecinde yasa belirlemiştir. Ekonomik, kültürel ve politik süreçlerin yasanın pratik temsilcisi olarak devletin kontrolünden çıkması yasayı işlevsizleştirmekte bu da özgürlüğün temel parametrelerini yok etmektedir. Ne seçim yapılabilecek bir küme ne de değerlendirmeyi nesnel bir zemine yerleştirecek anlam dizgeleri bulunmaktadır. İletişim süreci merkez-çevre karşıtlığında merkez lehine, üst sınıf-alt sınıf karşıtlığında üst sınıf lehine örgütlenmiştir. Ortaya konan biçimselleşmenin somut ve soyut olanaklarına sahip olmayan çevre ülke/bölgeler ya da alt sınıflar, merkez ve sermaye karşısında edilgin konumda kalmakta, iktidarın yarattığı biçimselliğe uymakla dışarıda kalma arasındaki bunalımı sürekli yaşamaktadırlar. Bu nedenle küresel ölçekte gerçek bir özgürlüğün oluşturulabilmesi için, iletişim araç ve süreçlerinde bir yeniden yapılanmanın 22 ortaya konması; birey ve toplumların bu konuda bilinçli hareket etmeleri ve örgütlenmeleri gerekmektedir. BÖLÜM SONU SORULARI 1. İnsana ait söz ile arıların birbirleri arasında kurduğu iletişimi ayıran temel nitelik nedir? 2. İnsanları sözün keşfine iten sebepler ve bunu sağlayan olanaklar nelerdir? 3. Yazının keşfi ne tür olguların yerleşmesini sağlamıştır? 4. Matbaa kullanımının, el yazmasından farklı bir kültür oluşturabilmesi nasıl açıklanabilir? 5. İletişim içeriğinin, elektronik araçlarla kodlanabilmesi, içeriğe ne gibi vasıflar kazandırır? 6. İletişim sürecinde teknolojinin artan oranda kullanıma girmesi –insanın fiziksel varlığından kopması- ne gibi olanak ve riskler taşır? 23 KAYNAKÇA Abbate, J. (2011). İnternetin Popülerleşmesi. In D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 472-479). Ankara: Siyasal Kitabevi. Anderson, B. (2004). Hayali Cemaatler. İstanbul: Metis Yayınları . Argın, Ş. (2003). Nostalji ile Ütopya Arasında. İstanbul: Birikim Yayınları. Baldini, M. (2000). İletişim Tarihi. İstanbul: Avcıol Basım Yayın. Barbier, F., & Lavenir, C. B. (2001). Diderot'tan İnternete Medya Tarihi. İstanbul: Okuyan Us Yayıncılık. Baudrillard, J. (2008). Simulakrlar ve Simülasyon. Ankara: Doğu Batı Yayınları. Baudrillard, J. (2008). Tüketim Toplumu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (1999). Küreselleşme; Toplumsal Sonuçları. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (2000). Siyaset Arayışı. İstanbul: Metis Yayınları. Bora, T. (2006). Taşralaşan ve Taşrasını Kaybeden Türkiye. İçinde T. Bora, Taşraya Bakmak. İstanbul: İletişim Yayınları. Ellul, J. (2004). Sözün Düşüşü. İstanbul : Paradigma Yayınları. Erdoğan, İ. (2000). Kapitalizm Kalkınma Postmodernizm ve İletişim . Ankara: İrfan Erdoğan. Erdoğan, İ., & Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram. Ankara: Pozitif Matbaacılık. Fischer, E. (2010). Sanatın Gerekliliği . İstanbul: Payel Yayınları. Freud, S. (2009). Uygarlığın Huzursuzluğu . İstanbul: Metis yayınları. Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları. İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Goody, J. (2009). Sözlü Kültür. Milli Folklor , 128-132. Harvey, D. (1997). Postmodernliğin Durumu. İstanbul: Metis Yayınları. Hirschman, A. O. (2008). Tutkular ve Çıkarlar. İstanbul: Metis Yayınları. Hirst, P., & Thompson, G. (2007). Küreselleşme Sorgulanıyor. Ankara: Dost Kitabevi . Huyssen, A. (1999). Alacakaranlık Anıları. İstanbul: Metis Yayınları. Keane, J. (1998). Şiddetin Uzun Yüzyılı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Marshack, A. (2011). Buzçağı İnsanının Sanatı ve Simgeleri. İçinde D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 22-34). Ankara: Siyasal Kitabevi. Mattelart, A., & Mattelart, M. (2003). İletişim Kuramları Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları. Mendel, E. (2008). Geç Kapitalizm. İstanbul: Versus Kitap. Morley, D., & Robins, K. (2011). Kimlik Mekanları. İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Ong, W. J. (2010). Sözlü ve Yazılı Kültür. İstanbul: Metis Yayınları. Önür, N. (2002). Küreselleşen Dünyada İletişim ve Toplum. Ankara: Alp Yayınları. Robinson, A. (2011). Yazının Kökenleri. İçinde D. Crowley, & P. Heyer, İletişim Tarihi (pp. 66-73). Ankara: Siyasal Kitabevi. Sennett, R. (2005). Otorite. İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Sennett, R. (2011). Yeni Kapitalizmin Kültürü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Simmel, G. (2005). Modern Kültürde Çatışma. İstanbul: İletişim Yayınları. 24 Urry, J. (1999). Mekanları Tüketmek. İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi. İstanbul: Doruk Yayıncılık. Yırtıcı, H. (2009). Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi. İstanbul : Bilgi Üniversitesi Yayınları. Zıllıoğlu, M. (2010). İletişim Nedir. İstanbul: Cem Yayınevi. 25
© Copyright 2025 Paperzz