XIV. HAFTA G.W.F. Hegel_- Hukuk Felsefesinin İlkeleri - II TOPLUMSAL YAŞAM Hegel şunu özellikle vurgular: İnsan bir canlıdır ve gereksinimler varlığıdır. Yaşammı gereksinimlerini karşılamak için kurulur. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran, gereksinimleridir. İnsanların gereksinimleri sınırsız, diğer hayvanların sınırlıdır. Hayvanlar gereksinimlerini doğrudan doğadan karşılar, ama insanların gereksinimlerini karşılamak için doğayı dönüştürmesi gerekir. Doğal malzemeler insanın gereksinimlerini karşılayamaz. Ve gereksinimleri karşılamak için insan diğer canlılardan daha çok çalışmak zorundadır. Kendi kendine yetemeyen bir varlıktır. Bu açıdan doğal özgürlük tasarımı anlamsız hale gelir. İnsanlar gereksinimlerini karşılamak için başkalarına ihtiyaç duyarlar, bağımlı olmaktan kaçamazlar. İnsanın kendi kendine yetememesi iş bölümünü ortaya çıkarır. İşbölümü: İnsanların kendi gereksinimlerini karşılamak için bir araya geldiği, gereksinimlere karşılık gelen görevleri paylaştığı bir örgütlenmedir. İşbölümü ağı içinde belli bir gereksinime karşılık gelen bir işlev yerine getirilir. İnsanlar tüm gereksinimlerini kendileri karşılayamazlar. Bu işler birer toplumsal rol olarak ortaya çıkar. İşbölümü ağı Hegel'e göre toplumun iskeletidir. Toplumun en yalın, süssüz,saf halidir. İşbölümü ağı meslekler arasındaki karşılıklı-bağımlılık iliskisini ortaya çıkkarır. Meslek gruplarını çözümlediğimizde de bireylerle karşılaşırız. Bireyler gerekli mesleki rollerini gerçekleştirir. Toplum bir organizmadır, Hegel’e göre. Toplum, tekil bir canlıya benzer. Bir canlı gibi parçalardan, organlardan oluşur. Bu organlar arasında karşılıklı bir bağ vardır. Toplumun organları, meslek gruplarıdır. Organlar nasıl hücrelerden oluşursa, bunun toplumdaki karşılığı da meslek gruplarını oluşturan bireylerdir. Hegel şunu söyler: Toplum karşılıklı bağlardan oluşan bir organizma olduğundan; birey de varlığını ancak topluma bağlı sürdürebileceğinden; bireyin eylemlerinin sınırını, toplumun ortaya koyduğu ilkeler belirler. Toplumun, diğer bireylerin varlığını tehlikeye sokacak eylemleri engellenir. Hegel için ahlak kuralları, o toplumu olusturan roller bireye ne yapması gerektiğini söylüyorsa onlardır. Ahlakın içeriği toplumun devamlılığını sürdürecek şekilde geliştirilir. Toplumsallıkta, başarılı olmakla ahlaklı olmak aynı şeydir. Ahlaksız kişi eylemlerinde başkalarını gözetmez. Bu nedenle başkalarıyla yaşayamaz. “Hak verilmez alınır” söylemini Hegel şöyle düzenler; “Hak alınmaz, verilir”. Bireyler haklarını kendi elleriyle, eylemleriyle alamazlar. Bireylere hak, toplum ve devlet tarafından, diğer bireylerin ve kurumların dolayımından geçerek verilir. Ama hakkı neyse onlar da tamamıyla verilir. Bu nedenle, birey neyin ahlaklı olduğuna kendi başına karar veremez. Buna ancak başkalarıyla ilişkilerimizde, ortak akılla, iletişim ve etkileşim içerisinde karar verilebilir. Birey ahlaksızlıkla karşılaştıkça ahlaklı olmaya önem verebilir, ahlaklılığın değerli bir şey olduğunu kavrayabilir, bu başka birşeydir. Buna karşın bireyi tek başına dünyaya koysanız, o yalnızca kendinden hareketle ve diğer insanlarda bağımsız olarak neyin ahlaklı olup olmadığını ve ahlak kurallarını bilemez. Ancak başkalarıyla ilişkilerde bunlara ulaşılır. Ve ahlaksallığın ölçünleri, devletin yasalarında görünüme gelir. Rollere kurumsal meşruiyet getiren, içeriklendiren, sabitleyen devlettir. Devletten önce rol denen şey de yoktur. Çünkü devletten önce toplum da yoktur. Öncesinde ancak kabile, aşiret gibi oluşumlardan söz edilebilir. Devlet yasalarıyla ahlaklılığı mümkün kılar. Burada kısaca şu soruya da bir yanıt getirmek uygun olacaktır: Peki yasaların kaynağı nedir? Hegel şu yanıtı verir: Bir toplumun gelenek, görenek ve kültürü. Köle Efendi İlişkisi 17ve 18.yy filozofları insanların hakları ve özgürlüğünü açıklarken, insanların bir canlı olduğundan yola çıkarlar. İnsanların eylem ve etkinliklerinin amacı, canlılığını devam ettirmektir. Peki, insanın canlılığını tehlikeye attığı eylem biçimleri yok mudur? - Açlık grevleri, savaşlarda ölüme gitmek gibi... Hegel’e göre insanların bir araya gelmesini sağlayan şey, yaptıkları bir sözleşme/uzlaşım değildir. Toplumu oluşturan şey, toplum sözleşmesi değildir. Hegel'e göre hiçbir insan kendi iradesini kendi arzusuyla başkasına devretmez. Çünkü bizi biz yapan, irademizdir. İradeden vazgeçmek, kendinden vazgeçmek demektir. İnsan yapısı gereği böyle bir varlık değildir. İnsan yapısı gereği kendi canlılığını devam ettirecek kaynakları (nesneleri) bulup tüketecektir. İnsan bunları ararken muhtemelen yolu başka insanlarla kesişecektir. Bu durumda ya biri birini öldürür, ya biri kaçar ya da biri birini köleleştirir. Bu mücadelede karşı karşıya gelen şey, Hegel’e göre, iki bilinçtir. İnsanlar değil, bilinçler karşı karşıya gelir. Bütün hayvanlar bilince sahiptir, fakat insanlar özbilince de sahiptir İnsan kendi bilincine sahip olma arzusunu taşır, ama bunu tek başına, diğer insanlarla ilişkiye geçmeden gerçekleştiremez. Bilinç kendi üzerine düşünemez, bunun için bir araca ihtiyacı vardır. Hayvanlarda özbilinç olmadığı için, köle-efendi ilişkisi de yoktur. İki canlı kendi isteğini gerçekleştirmek için karşı karşıya gelebilir. Ama bu ilişkiler karşı tarafı ya öldürmek ya da kaçırmakla sonuçlanır. Köleleştirme insanların karşılaşmasında ortaya çıkar. Peki bu karşılaşmada kim köle kim efendi olacaktır? Aralarındaki farkı ne oluşturacaktır? Kim isteğini karşılamak için daha çok tehlikeyi göze alırsa, yani kim varlığının ortadan kalkmasını göze alırsa o efendi olur; diğeri ise ölümü göze alamayarak köle olur. Hegel'e göre efendi, kölenin gözünde bu tavrıyla saygıya değerdir. Hayvanlarda mücadele canlılığı korumak içindir, insanlarda ise saygınlık içindir. Bu, köle ile efendi arasındaki ilişkiyi başlatır. Bazı kişiler için saygın olmak canlı olmaktan daha önemlidir. İşte bu bireyle efendi olur. Toplumun başlangıcında da bu vardır. Toplumsal yaşam, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için değil, saygınlık kazanmak için ortaya çıkmıştır. Peki saygınlık neden önemlidir? Bu tamamen o kişilerin yapısıyla ilgilidir. Platon’un insanları sınıflayışıyla Hegel üzerine düşünürsek şunu söyleyebiliriz: Bazı kişilerde arzulayan yan baskındır. Varlığını sürdürmek ve keyif almak onlar için daha önemlidir. Bunlar köle olmaya yapıca uygun bireylerdir. Bazı kişilerde öfkelenen yan (thymos yanı) daha baskındır. Bunlar efendi olacak kişilerdir. Ancak itibar, onur, şeref kendimizin elde edebileceği nitelikler değildir. Bunları başkalarının bizi böyle kabul etmesiyle kazanırız. Hegel'e göre efendinin itibarı, kölenin ona duyduğu saygıyla bağlantılıdır. İkisi birbirine bağlıdır ve insanlığın tarihinin başlangıcında, insanın insanlaşma serüveninin başlangıcında bu vardır. İnsanlık tarihinin amacı bu köle-efendi ilişkisinin aşılmasıdır. Çünkü efendi köleye saygı duymaz, ama köle efendiye saygı duyar. Saygı duymadığı birinin ona saygı duyması, efendiyi tatmin etmez. Tatmin olması için ya eşit ya da ondan üstün birinin ona saygı duyması gerekir. Kölenin efendiye duyduğu saygı ne derece sahicidir? Bu ikiyüzlü bir saygıdır. Tarihin başlangıcında sadece bir kişi özgürdür (Doğu uygarlıklarında). İkinci evrede yalnızca bazıları özgürdür (Eski Yunan ve Roma’da). Kendi döneminde de (Prusya Devletinde) herkes özgürdür. Bu, köle-efendi ilişkisinin adım adım aşılmasının ve herkesin birbirine eşitlenmesinin tarihidir. 17ve 18.yy filozofları toplum ve tarihi ilişkin düşüncelerini yalnızca insanın arzulayan yanına odaklanarak oluşturmaya çalışmışlardır.Platondan sonra Hegel insanın “thymos” yanını önplana çıkarmıştır. Bizim insanlaşmamız sadece ihtiyaçların karşılanması ile değil, saygı görme arzusuyla da ilgilidir. Toplumun temelinde de bu saygı görme arzusu yatar. Hegel toplum anlayışını, bunu da dikkate alarak oluşturmuştur.
© Copyright 2025 Paperzz